Nisyan
Hayatın manasızlığı üzerine düşünürken buldum onu. Gitmek ile kalmak arasında bir yerlerde idi. Bilinmez olana duyduğumuz korku ile bir türlü anlamlandıramadığımız o kavuşmak arzusu nedir? diye sordu. Neden dünyaya geliyoruz, neden bu hengame ve sonra neden o bedensel yok oluş? Dünyadan yürüyüp geçmek neden? Bu harcanmış ömürler niye? Öyle manasız gelen anlar, yemek yemek, uyumak, yürümek, insanlarla bir araya gelmek, konuşmak…
Ve devam etti…
“Yörüngem kaydı. İnsan olmak yörüngesini kim oturtabilir yerine? Sabahları yalnız uyanıp belli bir saate kadar sadece kendimle olduğumda, dünyada var olan tüm insanları unuttuğum anlarımı yakalıyorum. Şu sonsuz gerçeklikte sadece ben varmışım, bir ben varmışım hissine kapılıyorum. Varoluşumdan beri beni bırakmayan o yalnızlık hissi. Ben tek, tüm dünya hepiniz! Bu dünyaya atılmışlık, terk edilmişlik hissi neden? Kaç an’ımda ‘beni buraya kim attı?’ diye avaz avaz bağıran iç sesimle buldum kendimi. Kaç an’ımda gidip geri gelmek istemedim de yine bu gerçekliğin tam ortasına düştüm. Ben kimim? Nereden geldim de bu yaşam bana, ben bu varoluşa bir beden büyük geldim? Niye bu sahra çölünde yürür giderim, tek başıma. Elimdeki asamı nereye bıraktım da dayanak olacak bir dal arayıp dururum? ‘Bir ben var benden içeri’ diyen ile buluştuğum zamanları nerede unuttum. Bir tapınağın tepesinde hissettiğim rüzgarın sesini duymayı ne zaman bıraktım? Oradayken de bir başıma idim ama “bir”liğin sevgisini yüreğimde hissederdim. Kim dürdü defterimi? Kime karşı savunmasız kaldım da bu dünyadan geçmeye göz yumdum uğruna. Dünyadan geçmek demek dünyayı yürüyüp baştan sona, hayatın içinden geçmek demek…
Sevgiyi aradım, kalbimin içindekini bilmeden kendimi aradım, kayıp parçamı aradım, yollar yürüdüm, ülkeler gezdim, türlü çiçekle, ağaçla, mahlukatla neşr oldum. Baktım… Nuruyla evreni yaratan nerede, ona bu dünyada kavuşmak ümidiyle yüzlere baktım, gözlerinin içine baktım, ruhları araladım da yine döndüm dolaştım kendime geldim. Sonra an oldu, kendime gelemedim. O nurla yandı gözlerim de uyandım rüyadan, unuttum. İnsan… nisyan…. unutan… Sonra taşlara ben tuttum kendimi, kendi göğüs kafesimi ben örseledim, o yüzyıllardır yürüyen bedenimi ben durdurdum, ben taşa çevirmeye kalktım yüreğimi. Bende olanı bulmak için dolandım durdum da, ateşe ben attım kendimi…
Bir tek uçurumlardan atlayamadım. Uçurumlardan atlayan olsaydım belki sonsuzluğa karışacaktım, belki düşerken kanatlarım çıkacaktı, belki düşerken kanatlarım alev alacaktı da anka kuşu misali küllerimden yeniden doğacaktım. “
Yanına usulca yaklaştım, kulağına fısıldayarak dedim ki;
– “Uçurumun kenarındayım hızır… divan hazır… ferman hazır…” diyor ya şair. Divan kurulmuş, ferman hazırlanmış. Bu yaşamı hakkıyla yaşa, sev, ışk ol, aşk ol, ışık ol fermanı yazılmışsa, var mısın şimdi atlamaya? Var mısın küllerinden yeniden doğmaya?
Görsel: Mr Said