theme-sticky-logo-alt

Patatesin Jön Hali

Hava sisliydi, pusluydu, kasvetliydi. Bir insanı depresif yapabilecek ne kadar hava çeşidi varsa hepsi birleşmiş yeni bir hava oluşturmuştu. “Sispuskasvetmatem” adını koydu bu havaya sonra “suspuskasvetmatem”, “sispiskasvematem” gibi isimlerle değiştirip oyuna dönüştürdü havayı.
Tam o sırada bir rüzgâr çıktı, rüzgârın sesi kızgındı. Çocukken annesi gök gürlediğinde ve o korktuğunda “Yukarıda yine oyuncak kavgası var galiba, bak anneleri kızıyor yine” derdi. O da şaşkın şaşkın bir havaya bir oyuncaklarına bakardı.

Neyin kavgası, oyuncaklar orada duruyordu ya işte. Üç yaşındaki çocuğun soyut kavramlardan haberi olmadığını, en küçük soyut olayın bile kocaman somut bir durum haline geldiğini bilmiyordu annesi. O yüzden de o, çocuğun bu durumla eğlendiğini düşünürken kızının bu durumdan kafasının karıştığını anlayamazdı. İşte böyle iki çocuk birlikte büyümüştü. Küçük kız kendi sürecinde, annesi de yetişkin bedeninde içindeki kızı büyütmüştü kızı büyürken. Belki de o yüzden biraz da annesine annelik yapardı, annesine örnek olduğunu anlamıştı bir şekilde.

Bu havaya patates yakışır

Patatesleri yıkamadan tencereye koydu, üzerleri iyice suyla örtülene kadar su doldurdu. Ocağın altını yaktı, tencereyi yerleştirdi ve patatesleri saydı. Bu da oyun oynamanın bir şekliydi, bazen yaptığı her şeyi sayardı. Bir tencere, beş patates, bir ocak, bir çakmak gibi… Ama suyu sayamazdı ya, sinir olurdu. O yüzden su sihirdi onun için. Her damlasının içinde bir dünya olduğunu düşünür, yemek yaparken su kullandığında dünyalar arası yolculuğa çıkan bir yolcu olduğunun hayalini kurar, hatta masalını bile yazardı bazen.

Patatesler haşlanana kadar masaya oturup kitabını okudu. Okuduğu kitap hazin bir aşk hikayesiydi. Yaşanmayacak kadar saf ve nahif bir aşk hikayesi, eski Yeşilçam filmlerinden bile güzel. O filmlerde imkânsız aşklar olur, aşıklar tam mutluyken araya saçma sapan bir olay ve kadında gözü olan bir adam girerdi. Kadın o zamanın deyimiyle lekelenir, koca olan adam kadını ya döver ya ona söver ama mutlaka evden kovar ve onu çocuğuna ölmüş ilan ederdi ve aşkından kör olmayı göze alırdı. Böyle saçma sapan hikayelerin insanları kendinden alması, üzmesi, kalbini çarptırması ne menem bir şeydi. Ama her seferinde halk bu hikâyeyi yiyordu.

Kadın aylarca kocasının kapısında sürünür, öz evladına bakıcılık yapmayı kabul eder, çocuk ona içinden kopan bir özlemle “anneciğim” dediğinde dağları yerinden koparan bir acıyla ağlardı. Ne yazıktır ki, kadının sözünün bu kadar değersizleştirilmesi aslında farkında olmadan kültürel yapının saptırılması, namus kelimesinin de içinin boşaltılması ile kadın üzerinden oynanan aile içi şiddet oyunlarına dönmüştü. Hepsi içimizde, hepsi zihnimizde, hepsi telefonların hafızası gibi havada asılı. Her soluduğumuzda içimize giriyor, kan yoluyla bedenimizde dolaşıyor, beynimizi gasp ediyor ve biz de şu anda modern olduğumuzu düşünüyoruz. Aman Allah’ım ne acı ne acı…

Neyse ki, daha fazla eski Türk filmleri üzerine tez yazabilecek kapasitede düşünmesine gerek kalmadan tencerenin kapağından çıkan bzzzt sesleriyle dikkati tencereye çekildi. Kapağı kaldırıp patatesin birini seçerek bıçağı sapladı. İşte o kadın düşmanı zihniyetti bu, onu deşmeliydi. Bu da oyunun geri kalanıydı. Bıçak, pişmenin kontrolünü yaparken amirlik yapacağına böyle bir azılı zihniyet avcılığı yapabiliyordu. Daha önceden deneyim kazandığı “ya bütün patatesler görüntüde eşit ama pişmede aynı eşitlikte değil” yasasına istinaden bıçağı bütün patateslere saplayarak pişme kontrolü yaptı. Birinci patates kızların okuldan erken alınmalarına, ikinci patates insanların çok sevdikleri kurban bilincine, üçüncü patates tarımın yok edilip binaların artmasına, dördüncü patates zamanın yetmemesine protesto olarak bıçağı böğründe hissetmişti. Beşinci patates ise çoktan deşilmiş, kabukları ayrılmış, piştiğini kanıtlamaya çalışıyordu.

Kadın tencerenin altını kapadı

… tencereyi ocaktan aldı. Kendi yaptığı etamin tutacakları kullanıyordu. Çok sıcak tutamazdı. Tencerenin içindeki suyu bir leğene boşalttı. Bu su daha sonra çiçek suyu olacaktı. Patatesleri soğutmak için soğuk suya tuttu ve akan su tabii ki leğende birikti. Soğuk ve sıcağın karışımı ılık ve topraklı su tezgâhın üstünü işgal etti. Evet, bu su da sayılamıyordu ama çiçeklere sihirli bir içecek olacaktı iyice soğuyunca.

Patateslerin kabuklarını soyarken, sokaktan geçen bir çocuğun sesi kulaklarına geldi. “Yazıyooooo, yazıyoooo, Ayhan Işık öldü, yazıyoooo…”
Patateslerin sıcağından daha sıcak günlerde güneşlenen Ayhan Işık ölüvermişti genç yaşında. O daha çocuktu. Bu çocuk nereden çıkmıştı acaba? Yoksa sisteme küfrederken sistem için kullanılan eski Türk filmleri ona sitem mi ediyordu? O oyuncular da senin gibi, tıpkı senin gibi… Onlar da sistemin bir piyonu, neyi ne kadar biliyorlardı, oynadılar ve bitti. Bir gün senin de oynadığın bu film bitecek.

İçi konuştu, kavga etti, kendini bıçakladı, yargıladı, tüm bunlar yetmeyince rendeyi aldı dolaptan. Kabukları soyulmuş patatesleri rendeledi. Elleri yandı yine, ama birazcık. Ah keşke biraz sabırlı olsaydım da soğumalarını bekleseydim dedi. Nereden gelmişti bu telaş? Tabii ki Ayhan Işık’tan daha yakışıklı babasından. Elleri yandı, devam etti. Babasına gülümsedi, devam etti.

Rendelenmiş bütün patatesler bir kabın içine girdi

Üzerine biraz tuz, köri, sumak ekti. Bugünlük bu kadar baharat yeterdi. Bazen çeşniler yapıyordu ama bazen tam tadı tutturamıyordu. Hep değişik bir şey denemeye mecbur hissetmedi. Bunu bilse ve kabul etse de kafasının bir parçası bu kabule her zaman bir fikirle karşı gelmeye bayılırdı. Kaptan Hook’a karşı gelen Peter Pan gibi… Ah, ne severdi Peter Pan’ı. Çocukken babası Ankara’ya gitmiş, ne istersin dediklerinde Peter Pan’ın kitabını istemiş ve babası getirmemişti. Galiba babasının çocukların isteklerini yerine getiren baba geni eksikti, böyle şeyleri bilmezdi. Şimdi bu anıya gülümsese de o zaman ne kadar kırılmıştı! Tam o sırada buzdolabından çıkardığı küçük bir parça tereyağı patatesin içine karıştırdı, “Bu travmayı da tereyağını dolaptan alır gibi çözdüm”, dedi.

Tavaya biraz zeytinyağı döktü. “Zeytinyağı kızdığında şu oluyor, bu oluyor” diyen çok bilmişlere inat “anneannem yemeklerde zeytinyağı kullanmış mı, kullanmış, o zaman çekilin aradan!” diyen ince bilmişliğiyle tavayı ocağa koydu ve rendelenmiş baharatlı patatesleri tavaya döktü. Bir tarafı kızaran tava boyutu patatesi, üzerini biraz yağladığı tabağı üstüne kapatarak ters çevirdi ve aynı boyutta, üzeri nar gibi kızarmış patates tarafı üstte, pişmemişi tabakla tanışmış haldeyken, tavaya doğru kaydırdı. Tavadan tekrar çıkmaya başlayan cızzzz, bzzzt, czztt sesleri bir Yeşilçam müziğine dönüştü kulaklarında. Sesler hafiflediğinde aynı tabağı, “nasıl olsa artık patatesle tanışlar” diyerek, tekrar tavanın üzerine kapattı ve tavayı ters çevirdi.

İsviçrelilerin Röstie tarifinden ilhamla yapılan Türk işi patates jönü yemek hazırdı.
Kadın tabağı mutfak masasının ortasına bıraktı, kokusunu içine çekti ve mutfaktan çıktı.

Önceki Yazı
Kadim Kadınlar
Sonraki Yazı
Pilavdaki Şehriyenin Rengi
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0