theme-sticky-logo-alt

Çağla Mevsimi

Kırk üç yıllık hayatımın yapraklarını çevirme zamanı gelmiş demek ki…
Az gittim uz gittim, yüksek duvarları, maviye boyalı evin kapılarını aştım. Vara vara kuyu benzeri bir varilin başında, nefesini toplamaya çalışan ak sakallı bir dedenin yanı başındaki çocukluğuma vardım. Parlayan her taşı mücevher sanan ışığa meftun o çocuğun yanı başına. Merakından dolayı suya atlayıp bulduğunun sabun olduğuna ağlayan, nefessiz kaldığı anı büyüklerin gözünden yorumlayan, belki üç, belki dört, tersten kırk üç yaşındaki halime vardım. Kahramanın yolculuğu sanırım benim için burada başladı.

“Köyden indim şehire” diyen ailenin şehirle köy arası yaşantıyı, bir çocuğun gözünde çiftliğe çeviren, şimdilerde hayranlıkla andığım, bugün bir belgesel izlerken sebebini özümde anladığım yolculuğun temellerini meğer o günlerde atmışım. Yüksek duvarların ardına saklanmış, hayal bahçesine benzettiğim bir masal dünyasında yaşadım. İnekleri ata, tavukları uçan kaz mortona, koyunları yürüyen kardan adamlara benzeten, kiraz ağacının dallarına çıktığında kendini bulutlara çıkmış gibi özgür hisseden bir çocuğun gözündeki masalsı bir dünyada yaşadım. Ağaçların çicek açma zamanını dört gözle bekleyen belki de tek çocuk bendim mahallede. Öylesine merakla beklerdim ki çiçeğin çağlaya dönüşme zamanını… İşte o vakitlerde bir kaygı kaplardı bahçe halkını. Özellikle dedemin titrek ve parlak bakan, cevval, uzun boylu, gülerken kızan tavrı… Şimdi yüzümde buruk bir tebessüm benim için. Onun tüm derdi yavrusunu koruyan kaplan misali, çağlaları kayısı zamanında daha fazla kişiye ulaştırmaktı. Ben çağlayı dalından koparmaktan, dedem de beni azarlamaktan yıllarca yorulmadı. Büyüyen yanım bu konuda çocuk yanımı hiç ikna edemedi. Ta ki kendimi yıllar sonra evimin balkonundan, eski bahçeli evimizden yadigar kayısı ağacından izinsiz çağla kopartanlara kızıncaya kadar. Ağzımdan dökülen sözler aynı dedeminki gibiydi. Sadece daha yumuşak biraz daha özenliydi. “İzin aldınız mı? Duvarları artık yok diye sahipsiz sanmayın! Biraz daha büyüsünler. Başkaları da yesinler” diyordum. Sanki playback yapar gibi…

İçim sızlıyor ve öfke duyuyordum. Kime, neye, neden derken üzerimde yıllar evvel duyduklarımın kesip biçtiği elbiseyi giyinmiştim. Sonra uzun uzun düşünmüştüm: Neden ham meyvenin kopuşuna kızardı ki insan? Bu tefekkürün sonunda bulduklarım gözyaşlarımı imdata çağırdı. Çünkü içim sızlıyor, yüreğim titriyordu. Dedem ve babannem altı çocuğunu kaybetmiş ve yasını tutacak kadar hayat onlara fırsat sunmamış ya da duygularından bu şekilde uzaklaşmışlardı. Ancak her yeşeren mevsimde çağla zamanı, onu dalından erken koparan bir çocukla onlara ayrılığı, vedayı ve yaslarını, yaralarına tuz basar gibi hatırlatmıştı. İçimde hissettiğim sızı; görmediğim, bilmediğim kan bağının yansımasıydı. Ters düz olmuştu içim dışım. Ağaçtan beni sallanarak aşağı indirmeye çalışan yanım, ahh nasılda sızladı birden. Kelimeler kifayetsiz kaldı. Tutulmayan yaslar, anlatılmayan kayıplar… Bir çağla ile çağlayıp akmıştı adeta ve  anıları içimde yıkımaştı. Uzun yıllar, hatta yakın zamana kadar süren kayısı mevsimi bende durdurulmayan kaygı ve öfke anları olurdu. Ta ki babaannemin kızgınlığını sahiplendiğimi fark edinceye kadar. Kolay değildi onca işin gücün arasında gebelik, iş ve ölüm döngüsü. Üzerine yaşadıklarını anlatamamak ve yıllarca hastalık elbisesiyle birlikte gizli yaralarını sarmak…


Gözümde her ikisi şimdi daha diri. Yaşadıkları zamandan bile daha diri. Hatıralarımda çocukken kırmızıya boyadığım kızgın gözleri şimdi daha canlı, sevgi dolu ve neşeli. Büyümek buydu demek ki… Değişen de onlar değildi. Yorumlayan çocuk aklımı, erişkin yanım kabulle ikna etmişti. Çevirdiğim hayat sayfalarımın içinde kendi hikayemin kahramanı olmak için seçtiğim ya da seçildiğim büyük soy aileme bugün ve her daim minnettar olacağım. Yaşamak ve yeniden düzen kurmak için yola çıkmayı seçmeselerdi; beni ben yapan bütün hatıra yaprakları şimdi olmayacaktı. Ne evlendiğim eş, ne çalıştığım meslek, ne de bugün hâla çocukluğumun geçtiği mahalledeki evim ve balkonunda ki seyirlik dünyam olmayacaktı. Saymakla bitmez bu güzellik…

Sana vedamı edemedim. Gözlerini dünya okuluna yumdun ve gittin dede. Ahirete “merhaba” diyerek ardında bir çok anıyla iyileşen ve iyileşmek isteyen yanları bırakarak… Dünya denen yer küre deneyimlerle dolu bir ömür kabı. Aynı küçülen ayakkabıya sığmayan ayak gibi beden de vakti gelince ruhu sıkıyor ve sonra veda ediyor. Beden elbisesini çıkaran ailemizin son büyük çınarı da biletini aldı ve gitti.


Bana kattığın her şey için sonsuz teşekkür ederim.

Tarih: Kırk üç yıllık hatıradan yirmi dokuz ocağa 

Görsel Kaynak: behance.net

 

 

Önceki Yazı
Merhaba   
Sonraki Yazı
Dereotlu far
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0