Değişmeyen “Ev”in
Mekânlar bizim için ne ifade ediyor? Evlerimiz, odalarımız, bir süreliğine bizim olan o “yerler” … Düşünsenize bir en eski hatırladığınız mekân neresiydi? Anne karnı mı? Peki daha daha önce? Bu oluş cinsinden bir mekân değil belli ki. Ruhun daha farklı âlemleri deneyimlemiş sonra gelip bedeni yuva edinmişti. Ruha bir süreliğine senin evin bu dediler.
Sonra beden ruhun elinden tutarak dünyada başka birçok ev daha gösterdi ona. Doğduğu ev, okuduğu okul, oyun oynadığı park, gezdiği orman, çalıştığı ofis, okuduğu bir kitap, bir arkadaş, anne-baba, hatta sevgili…
“Demek ki burası evler diyarı” dedi Ruh.
Hatta evler içinde evler. Bu dünya görünüşünde içinde yaşadığı bedenin o kadar çok evi varmış ki… Meğer bunların hepsini görmesi, öğrenip kabul etmesi gerekecekti ruhun. Ve bunun adı da “yaşam” olacaktı.
Ruh aynada o bedeni gördüğünde, her nefes alışta, her uykudan uyanıp tekrar el ele tutuştuğunda bedenle, hiç boşluk kalmaksızın birleşmeliydi. Yoksa bir insanın iki adımının aynı anda farklı yere atılması gibi hiçbir yere varamazlar. Varsalar da hiçbir mekânda anlam bulamazlardı.
Ruh, beden sayesinde evleri deneyimliyor, beden de ruh sayesinde onlarla bağ kurup ait oluyordu. Dünya yolculuğuna başladığından bu yana neler neler öğrenmişti, özlemek mesela ya da huzur. Bir ev olan insanın varlığı güzel iken yokluğunda özlemeyi tadıyordu ruh. Bu dünyada yok olmak diye bir şey varmış dedi. Hep çok aitmiş gibi hissettiği yerde huzuru tattı mesela, orası ezelden beri onun ya da ebedi olarak bulunsa şikâyet etmeyeceği bir yer gibiydi. Sonra o yer değişti, başka bir yere yolculuk edip vardığında “bu dünyada her şey böyle değişiyor mu?” diye sordu bedene. Beden de “evet, burada her şey değişir, hatta ben de aynı kalmayacağım ve değişeceğim.” dedi.
Ruhun bedene belki bir teselli olarak fısıldamak istediği onca söz kaynadı içinde; “Ben kalacağım, sen değişsen de ben hep senin ruhun olarak kalacağım. Bana kattıklarını, birlikte iken yaptıklarımızı da hep saklayacağım, beni yücelttiğin donattığın şeylerle ışıldayacağım. Hem farkında değilsin belki ama sen bu değişimlerin âlemini bana anlatmaya, öğretmeye gelen maddeden bir misafirsin sevgili bedenim. Aslında ben senin daimî evinim. Bu değişim yolculuğumuz bittiğinde, tutup elinden değişenin ve yokluğun olmadığı bambaşka evlere götüreceğim seni. Beni duyabildin mi? Fısıltımı?”
Umarım duymuştu beden bu söylenenleri, çünkü ruhun bir zamanı yoktu. Dün söyledi bitti değildi, ruh hep bu şarkıyı çığırmaktaydı. Beden ne zaman ki ona kulak verirse, onda bulacağı nihayeti ve huzuru değiştirdiği mekânlarda, kişilerde ya da şeylerde aramayı bırakacaktı.
Görsel: Giorgio DE CHIRICO – Le Retour d’Ulysse 1973