theme-sticky-logo-alt

Kime Niyet Kime Kısmet- Serap’ın Hikayesi

“Yalnızım ben çoooook yalnızım. Buymuş benim alın yazım. İster uzak, ister yakın. Anılar beni rahat bırakın…” çalan şarkıya eşlik ederken Serap’ın gözlerinden süzülen yaşlar, barda eğlenceli geçen gecenin sonunun geldiğinin habercisiydi.

Serap için bu şarkının anlamını çok iyi bilen Tülay, arkadaşı daha fazla dağılmadan onu odasına çıkarmak için harekete geçti. Tülay’ın tek başına Serap’ı odaya çıkarmasının zor olacağını anlayan Kaan da ona yardım etti. Arkadaşının bu halinden mahcup olmuş olan Tülay; “Serap aslında gündelik hayatında bu kadar çok içmez. Zaten o kadar çok çalışır ki içki içmeyi bırak bazen yemek yemeğe bile vakti kalmaz” dedi. Hayat hikayesini de oracıkta anlatabilirdi belki ama Serap’ın buna ne tepki göstereceğini bildiği için çok detaya girmedi. “Onun da zihnini meşgul etme yöntemi işi” diyerek kısa kesmeyi makul gördü. Kaan bunu sıradan bir ifade ile onaylayıp odadan ayrıldı. Serap’ın üstünü örttükten sonra Tülay da kendi odasına çekildi.

40 yaşında bekar ve yalnız bir kadın…

Bu yıl 40 yaşına hala “bekar ve yalnız” bir kadın olarak girmiş olmak önceki yıllara göre Serap’ın canını daha çok acıtmıştı. Yüzleşmekten kaçtığı tüm gerçekler daha çok gözüne gözüne batar olmuştu. Kendini çok yalnız hissettiğini yakın zamanda arkadaşlarına da hıçkırıklar içinde itiraf etmişti. O an üçü de birbirine sarılıp tek yürek olmuş Serap’ın acısını paylaşmıştı. Üçü de sessiz kalınması gereken anları çok iyi bilirlerdi. Yine öyle yaptılar.

Veda bile edememişti

Serap daha 15 yaşındayken ilk büyük acısını yaşamış ve trafik kazasında babasını kaybetmişti. Arabada sadece ikisi vardı ve Serap bacağı kırık olarak hastanede yatarken, babası da aynı hastanede hayata gözlerini kapamıştı. O yaştaki bir çocuk için bu üstesinden gelinmesi zor bir durumdu. Oysa o gün ne kadar da güzel başlamıştı. Birlikte balık tutmuş ve neşe içinde dönüşe geçmişlerdi. Hava alacakaranlık olduğunda ise yola atlayan bir köpeğe çarpmamak için babası ani bir fren yapmış ve araba kontrolden çıkıp uçuruma yuvarlanmıştı. Kurtarılmaları uzun zaman almış, Serap acıdan bayılmıştı. O andan sonra da bir daha babasını görememiş, ona veda bile edememişti. Geçirdiği ameliyatlar ve iyileşme süreci dört ay sürmüştü.

Artık bir annesi de yoktu

Kazadan sonra annesinin zaten iyi olmayan psikolojisi daha da kötüye gitmişti. Serap’ı hastanede ilk gördüğü anda yakasına yapışıp “Kocamı sen öldürdün. Keşke onun yerine sen ölseydin”, dediği andaki çığlıkları hala Serap’ın kulaklarında çınlıyordu. Babasını kaybettikten sonra artık annesi de onun için bir ölüden farksızdı. Annesi kendini eve kapatmış, kimseyle görüşmez olmuştu. Serap hastaneden taburcu olup evine döndüğünde karşısında bulduğu; kimi zaman hırçın bakışlı, ona bağırıp kızan, onu suçlayan, kimi zaman da kendini alkolle uyuşturup sessizlikte kalan bir kadındı. Artık ona “anne” demek bile içinden gelmiyordu.

Evden kurtuluşun tek yolu vardı

Serap kararını vermişti. Üniversiteyi kazanıp o şehirden çıkmak onun tek kurtuluş yolu gibi göründü gözüne. Çok çalışıp iyi bir okulda yatılı okudu ve bir daha da o eve dönmedi. Onun artık tek ailesi kendinden üç yaş küçük olan kız kardeşiydi. Kendisi gibi onun da iyi bir okulda okumasını sağladı ve hem ona hem de kendine “annelik” yaptı. Daha sonraları kardeşi bir burs kazanıp yurt dışına gittiğinden beri onunla da ancak yılda bir görüşebiliyordu.

Dostlar iyi ki varlar

Serap’ın dostlarım dediği sadece Zümrüt ve Tülay vardı. Yakın sayılabilecek bir zaman önce arkadaş olmuş olmalarına rağmen sanki yıllardır hep birliktelermiş gibiydi. Tülay’ın ufak kıskançlıkları da onu hiç rahatsız etmiyordu. Zümrüt’ü onunla paylaşmak zorunda kalmış olmasından dolayı haklı bile buluyordu. İkisi de onun için çok değerliydi.

Yeni bir gün ve yeni heyecan

Sabah olduğunda Serap, bir gece önce nasıl olup da yatağa yattığını hiç hatırlamıyor olsa da bu kısmını düşünmek yerine pencereden dışarı bakıp lapa lapa yağan karın verdiği sevinç ile bir an önce aşağı inip kendini karların üstüne atmak için sabırsızlandı.

Zümrüt, Tülay ve Serap gündüzü de gecesi kadar güzel görünen lobide buluştular. Önce kahvaltı salonunu gösteren oka baktılar, sonra bir de dönüp otelin büyük pencerelerinden görünen beyaz bahçeye. Üçü de birbirinin zihnini okur gibi aynı anda gülerek “Tabii ki kartopu oynamaya” derken üç küçük kız çocuğu gibi neşe ve coşkuyla dışarı koştular. Neyse ki o küçük, masum ve coşkulu kızlar hala oradaydı.

Her yer o kadar beyaz ve sonsuz görünüyordu ki ancak siluetlerinden orada çam ağaçları olduğu tahmin edilebilirdi. Üç kadının kahkahaları havada çınlıyor, soğuğa aldırmadan birbirlerine kar topu fırlatıyorlardı. İşte o anlardan birinde “paaat” diye bir ses ile üçü de donakaldı. Hedef şaşmıştı. Yüzünü temizleyen beyefendi önce sanki onlara kızacakmış gibi bakıp sonra o da oyuna dahil olmuştu. “Kartopu oynarken her şey mubahtır” deyip o da bombardımana dahil oldu.  

Sonradan bu beyefendi ile yollarının hiç de tesadüfen kesişmediğini hepsi anlayacaktı.

Devamı gelecek…

Hikayenin öncesi için; Kime Niyet Kime Kısmet

Önceki Yazı
Ruhlar Alemi
Sonraki Yazı
Hayal
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0