Makyaj Bağımlılığı
“Bağımlılık, zevke neden olan madde veya davranışların artan miktarlarda tekrarlanmasıyla oluşan biyopsikososyal bir bozukluktur. Bağımlılık kavramı, psikolojide ve politikada farklı tanımlanır. Tıptaki bağımlılık genellikle ‘toksik madde’ olarak nitelendirilen kimyasal maddelerin istismarı için kullanılır.”
İnternete “bağımlılık” yazıp sadece bir göz atmak istemişti. Karşısına çıkan bu ilk açıklamada dikkatini çeken; “artan miktarlarda tekrarlanmasıyla” kısmına odaklanarak ekrana bir süre daha bakıp laptopu hızlıca kapattı.
Derinlerden gelip son zamanlarda daha da yüzeye çıkan “Acaba gerçekten bağımlı mıyım?” sorgulamasının iyiden iyiye arttığını hissetti. Bu düşüncelerini engellemek için alkole ya da işine daha çok odaklanmaya başvursa da belki de yavaş yavaş bağımlı olduğunu kabullenmeliydi.
Tipik bir beyaz yaka hayatı içerisinde üstleri ile arası genellikle iyi olan, işlerini ona öğretilen ve etrafındaki herkeste gördüğü gibi “profesyonelce” ele almayı bilen, herkesin her dediğine kulak asmayı çoktan bırakmış, fazla mesaileri bu hayatın doğal bir parçası kabul ederek kendisine ayırdığı kısıtlı zamanlarla mutlu olmaya çalışan klasik bir plaza çalışanıydı. E. üniversite sonrasında İstanbul’daki iş fırsatlarından birini değerlendirerek çevresindeki çoğu arkadaşı gibi kurumsal bir şirkette “işi öğrenmek” ve “tecrübe kazanmak” için taşınmıştı bu şehre. Taşınma sonrası ilk yaptığı şey takıldığı erkek arkadaşıyla ayrılmak olmuştu nedense.
Mezun oluşundan bu zamana kadar geçen son 4 yılını düşündü. Bu düşünceler genellikle onu içinde bulunduğu hayatı sorgulamaya iterdi. Yine bunlardan birine kendisini kaptırmamak için kalkıp bir kahve yaptı. Kahvesini içerken en yakın ve tek arkadaşının ona hediye ettiği “Puslu Kıtalar Atlası” isimli kitabı kaldığı yerden okumaya devam etti. Okurken dikkati dağılmaya başladığında bağımlılığının onu yavaş yavaş çağırdığını hissetti. Birazdan kitabı kapatıp banyoya geçecek ve o her sabah iki saatini harcadığı alışkanlığından ya da artık daha doğrusu “bağımlılığından” kurtulmak için makyajını temizleyecekti…
Hafta içi her sabah, gece kaçta uyursa uyusun 5’te kalkıp “Spotify makyaj listesini” açar ve gününün en az dört saatini harcadığı banyosuna geçerdi. Önce cildini canlandırmak için buz presi ya da soğutucu cilt aleti uygular; nemlendirici, yüz masajı, yoğun göz bakımı, yüz misti, dudak maskesi ve stick fondöten sırasını asla şaşmaz, sonrasında ise o ağır makyajının uygulama aşamalarına geçerdi. Tekrar fondöten, kapatıcılar, kaş jeli, yoğun bir göz makyajı (en önemlisi buydu), maskara, dudak kalemi ve ruj… Bitişe doğru yükselen morali ve özgüveni ile aklına genelde, 1-2 defa gittiği fizyoterapistinin bel ve boyun düzleşmesini beyaz yakalı olmasına bağlaması gelirdi ve sırıtırdı.
Aynada kendisini bir süre izler ve son kalite kontrol sürecini tamamladıktan sonra işe gitmek için evden çıkardı. E, bu rutinini hayatının olmazsa olmazı gibi görmeye başlayalı aşağı yukarı 3,5-4 yıl olmuştu.
Kaç defa işe geç kaldığını, kaçırdığı toplantıları, geç gittiği ve berbat geçen flört buluşmalarını, acil durumlarda bile makyajsız evden çıkamaması yüzünden yaşadığı apartmanda deprem tatbikatına son dakikada ve yine hafif de olsa makyajlı çıkarak binanın önünde bekleyen komşularına ne kadar ağır uyuduğundan şikâyet etmesini düşünürdü metro ile işe giderken. Tabi tatbikat gecesi herkes saatte neden makyajlı olduğunu sorgulayan bakışlar fırlatmıştı üstüne.
Bardağı taşıran en son olay ise iki gün önce ofiste öğle yemeğini erken bitirip kariyerinin en önemli toplantısına hazırlık için tuvalete makyaj tazelemeye gitmesiydi. İki kabini olan bu ofis tuvaletinde makyaj yaparken önceleri yanına gelen kadınların yan yan, garip bakışlarıyla karşılaşsa da çoktan alışmıştı buna. Bütün ofisteki hemcinslerinin onu yargılayan sinsi gözlerine, arkasından yaptıkları dedikodulara aldırış etmemeyi öğretmişti kendisine. Tabi bu öğrenme süreci çok sancılıydı; evine geldiğinde çantasını bırakır bırakmaz sinir boşalması, ağlamalar, geceleri içini bunaltan kabuslar, sabah kalktığında o ofise asla gitmek istememesine rağmen zorunda oluşunun verdiği huzursuzluk ve karın ağrıları… Bu zorunluluk sadece para kazanmaktan ibaret değildi. Nerede çalışsa bu şekilde yadırganmayla karşılaşacağını hissetmişti artık. O yüzden hiçbir yere kaçamayacağı bir zorunluluktu hissettiği.
Genelde de bu düşünceleri, “Kadınlar, en çok neden kadınları yargılar?” sorusuna cevap arayarak sonlanırdı. Erkekler de ise durum biraz daha farklıydı, hislerine göre yarısı kendisini çok beğeniyor yarısı ise makyajını birazcık fazla buluyordu. Ama o en yakın arkadaşına hep erkekler ya da kadınlar için değil kendisini iyi hissetmek için makyaj yaptığını söylerdi. Belki de bağımlılık dediğimiz şey sadece kendimizi iyi hissetme ihtiyacımızdır. Sonuçta hepimiz her şeyden önce sadece insan değil miyiz?
En yakın arkadaşı lise yıllarının başından beri hayatındaydı. Birbirlerini çok iyi anlarlar, bazen bazı konularda anlamasalar bile güven verirlerdi. E., onu bile bazen bezdirdiğini düşünürdü çünkü kendisi o abartı makyajları ile her gittikleri yerde dikkat çekerken arkadaşı bundan rahatsız olduğunu hissettirir hatta bazen bunalıp açıkça söylerdi. Ama E.’nin bu makyaj takıntısı karşısında arkadaşlıklarında fedakârlık yapması gerekenin kendisi olduğunu düşünecek kadar olgundu. Ofis tuvaletindeki aynada kendisine bakıp dalmışken yanına gelen müdürünün omzuna dokunmasıyla irkildi. Ona yere düşen rujunu gösterdi ve “Toplantıda görüşürüz” dedi.
E., bu kadının kendisini sevdiği için mi yoksa sadece iş yüzünden ona katlanmaya mecbur olduğunu düşündüğü için mi kendisine iyi davrandığını sorgulardı bazen. “Aptal olma, niye sevsin ki seni? Burası kurumsal hayat, herkes günlük ucuz çıkarlarının peşine düşüp insanlara gülebilir.” diye düşünerek yerden rujunu aldı. Dudaklarına sürdükten sonra makyajda olmazsa olmaz olarak görüp en önem verdiği bölüme; gözlere geldi.
Çantasını karıştırırken kapatıcısını buldu, çıkarırken birden elinden düşerek parçalanmasını izledi. Her zaman çift kapatıcı ile dışarı çıkardı, hemen tekrar çantasını karıştırırken her bulamadığı saniye karnına ağrılar giriyor, nefes alışverişi hızlanıp kalbi çarpıyordu. Çantasını defalarca aramasına rağmen yoktu. Nabzı deli gibi atıyor, birazdan gireceği toplantı aklına geldikçe zaman baskısı hissederek terliyor ve bulunduğu yerden kaçmak istiyordu. Daha önce de benzer durumlarda kaldığı için tedarikli olmayı huy edinmişti ama yoktu bu sefer bu salak yedek kapatıcı. Aynaya baktığında göz altı morluklarının daha da arttığını gördü, zihnini kontrol edemiyor, bu sıkışmışlık hissi yüzünden midesi bulanıyordu. Hemen eşyalarını toplayarak kabinlerden birine girdi ve klozeti açar açmaz kustu. Saat 1’e geliyordu, “muhtemelen herkes toplantı odasına geçmiştir” diye düşündü. İçinde bulunduğu durumu kabullenip çözüm aramaya başladığı için mide bulantısını hissetmiyor, soğuk soğuk terlemeye devam ediyordu.
Yüzünü kapatıp koşarak dışarı çıkıp en yakın makyaj malzemeleri satan yere gitmesi en az 15 dakikasını alırdı, ofiste tanıdığı insanların onu bu şekilde azıcık görme ihtimalini bile düşününce direkt vazgeçti bu fikirden. O anda aklına hangisinin daha önce geldiğini hatırlayamadığı iki şey geldi; takip ettiği bloggerların, influencerların ya da makyaj uzmanlarının sayfalarına girerek bu durumda elindeki diğer malzemeler ile alternatif neler yapılabileceğini araştırmak. İkincisi ise; daha önce geçirdiği panik atak ve en yakın arkadaşının ısrarları yüzünden sadece bir kere gittiği psikoloğunu aramak… O ise klozetin üstünde oturarak çaresizliğin dingin kabullenişi ile sessiz sessiz ağlamayı seçmişti…
Evine girdiğinde hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Karnının guruldaması dışında hiçbir şey duymuyordu. Saatlerce o tuvalet kabininde bekleyerek herkes gittikten sonra gece gizli gizli oradan sıvışıp dışarı çıkmıştı. Plazanın önüne çıktığında yüzünü kapattığı atkısını kaldırarak temiz havayı ciğerlerine derin derin çekti. Plazanın güvenliğinin onu garipseyen bakışları, durdurduğu taksicinin şaşkın gözleri, evine girerken kapıcısının onu yadırgayan ifadesi… Onu gören herkesin dikkatini çekmişti, hepsinin gözleri onun üzerindeydi, ağlamaktan şişen ve akmış gözleri, dağılmış makyajı, şişmiş burnu ve bütün bu katlanamadığı haliyle de dikkat çekmeyi başarmıştı. Artık uyuyabilirdi.
Yazar: Burak Yılmaz