Kundalini Yoga Psikolojisi: Kavramsal Ortaklık
Carl Gustav Jung’un Kundalini Yoga Psikolojisi kitabı daha önce de üzerine yazdığımız üzere Yoga ve Psikanaliz arasındaki ortaklık ve ayrılıkları ele almıştır. Bu yazıda da kitap analizinin devamı olarak kitapta hem yoga felsefesinde hem de psikoloji alanında benzer anlamlara işaret eden kavramlar üzerinde durulmuştur.
Kleşa
“Klesalar dürtülerdir, libidonun ilk kez bilinçdışının dışında göründüğü doğal bir içgüdüsel biçimdir; en basit tezahürü ile psikolojik enerji yahut libidodur.”
Kleşa asmita; bir kişi olma tohumunu barındırmaktadır. Kleşa dvesa ise “iki olma arzusu” ya da nefret olarak tanımlanmıştır kitapta.
“Nefret bölen şeydir; ayıran güçtür. İki kişi birbirine âşık olduklarında da öyle olur; başlangıçta neredeyse aynılardır. Epey bir participation mystique (gizemli katılım) söz konusudur, bu nedenle kendi kendilerini ayırabilmek için nefrete ihtiyaç duyarlar. Bir müddet sonra her şey vahşi bir nefrete dönüşür; birbirlerinden ayrılabilmek için birbirlerine direnç gösterirler, aksi takdirde ortak bir bilinçdışında kalırlar ve buna tahammül edemezler. Aynı şey analizde de görülür. Abartılı bir aktarım vakasında, bir müddet sonra mütekabil dirençler söz konusu olur. Bu da bir nefrettir.
Eski Yunanlar nefret yerine phobos yani korku demişlerdir. İlk doğan şeyin Eros yahut phobos olduğunu söylemişler, mizaçlarına göre kimi Eros kimi phobos demiş. Gerçek olanın sevgi olduğunu söyleyen iyimserler ve phobos olduğunu söyleyen karamsarlar vardır. Phobos, nefretten daha fazla ayırır, çünkü korku kişinin kaçmasına, kendini tehlike bölgesinden uzaklaştırmasına sebep olur.”
Carl Gustav Jung
Hauer, klesaları şöyle tanımlamıştır: “Bilinçaltındaki köklere klesa denir… ve ben klesayı ‘rahatsızlık yahut rahatsızlığı yaratan güç’ olarak çeviriyorum.”
Klesa dvesayı “iki olma arzusu, yani, kişinin kendi varlığını ve kişiliğini bir başkasına karşı koyma, kişinin kendi kendisi olma kuvveti”, klesa asmitayı da “bir ego olma özelliği. Ben düşünüyorum, ben hissediyorum yahut ben tecrübe ediyorum diye düşünme şeklimiz, asmita denen ve içimizde bulunan bir yeti” şeklinde tanımlamıştır.
Patanjali’nin Yoga Sutraları üzerine yaptığı yorumlarda Jung, klesalara dair şöyle demiştir:
“[klesalar) içgüdüsel dürtüler ve baskılardır. Bunlar insanlığın temelinde yatan zorunlu mekanizmalardır. […] Hakiki varlığımızı bilmemek diğer bütün klesaların temelidir.”
“Bireyleşme güdüsü hayatın her yerinde bulunur, zira yeryüzünden bireysel olmayan bir yaşam yoktur. Her yaşam formu farklılaşmış bir varlıkta doğal bir şekilde tezahür eder; aksi takdirde yaşam var olamaz. Doğuştan gelen bir yaşam dürtüsü olabildiğince eksiksiz bir birey üretmektir. Örneğin, hususi türüne ait tüm tüyleri, renkleri ve büyüklüğüyle bir kuş. O halde entelekhia, gerçekleştirme dürtüsü, insanı doğal olarak kendisi olmaya iter. Kendisi olma şansı verildiğinde, gerçekten olması gereken şey haline gelmesine mâni olan tasvirlerin karşısına çıkardığı engeller ve yasaklar olmadığında, muhakkak ki kendi biçimini alır. Bu nedenle kişiliğin tohumunu barındıran klesa pekâlâ bireyleşme kleşası olarak adlandırılabilir, zira kişilik dediğimiz şey bireyleşmenin bir cihetidir. Kendinizi tam olarak gerçekleştirmeseniz bile bir kişi olursunuz, bilinçli bir biçime sahip olursunuz. Elbette bu bir bütünlük değil, belki de yalnızca bir kısım ve hakiki bireyliğiniz hâlâ perde arkasında; fakat yüzeyde tezahür eden şey muhakkak bir birimdir. Kişinin bütünlüğün bilincinde olması gerekmez; hatta belki de başka insanlar kim olduğunuzu sizden daha açık görür. Dolayısıyla bireylik daimidir. Her yerdedir.
Hayatı olan her şey bireydir-bir köpek, bir bitki, yaşayan her şey — fakat elbette bireyliğinin bilincinde olmaktan çok uzaktır. Bir köpeğin, bireyselliğinin toplamıyla karşılaştırıldığında, kendisi hakkında muhtemelen son derece sınırlı bir fikri vardır. Çoğu insan, kendileri hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, egodur fakat aynı zamanda bireydir; neredeyse bireyleştirilmiş gibidir. Çünkü hayatlarının en başından beri bir bakıma bireyleştirilmişlerdir fakat bunun farkında olmazlar. Bireyleşme yalnızca siz onun bilincinde olduğunuzda gerçekleşir, ancak bireysellik varoluşunuzun başlangıcından itibaren daima oradadır.”
Carl Gustav Jung
Kleşanın iki yönü: Sthula ve Suksma
Hauer, kleşanın iki yönünden söz etmişti. Kusurlu durumda-sthula boyutu-bir nesneye karşı özne olma dürtüsü nefretle karışır. Fakat suksma boyutunda aynı dürtü bir şahsiyet olma kuvvetidir.
Hauer, tantrik yogaya göre gerçekliğin üç boyutu olduğunu söylemiştir, sthula, suksma ve para: “Sthula boyutu duyulárımıza göründüğü şekliyle gerçeklik manasına gelir. […] Bunun ardında yahut sthula boyutunun içinde iş leyen dinamik bir güç olarak suksma boyutu vardır; bu da birebir çeviri ile ince, üstün bir boyut demektir”. Para boyutunu ise şöyle tanımlamıştır: “[para boyutu) bu enerji merkezlerinin sebepleri ve gerçek karakterleridir. O ince dinamik güçlerin ötesinde […] artık yalnızca kozmik enerji terimleriyle kavranamayan bir kuvvet vardır. […] O noktada iç doğasında olduğu kadar tanrı ile de bağlantılı olan dini bir alana giriyoruz”
Jung ise bu kavramları şu şekilde ele almıştır: Sthula boyutu basitçe şeylerin onları gördüğümüz halleridir. Suksma boyutu ise onlar hakkında tahmin ettiğimiz şeyler veya gözlemlenen hakikatlerden çıkardığımız felsefi sonuçlar yahut soyutlamalardır.
“Kişi birini sevdiği vakit, çok geçmeden nefret edeceğini bilir. Bu nedenle yokuş yukarı giderken gülecek, yokuş aşağı inerken ağlayacaktır, tıpkı Till Eulenspiegel gibi. Mükemmel olamayacağını ve daima kendisiyle bir olamayacağını görerek yaşamın paradoksunun ayırdına varacaktır. Bir olmak, hayatta tamamıyla açık durumlarda bulunmak bizim fikrimizdir. Ancak bu büsbütün olanaksızdır, tamamen tek yönlüdür ama bizler tek yönlü değiliz. Bakınız, analiz süreci suksma boyutunu, başka bir deyişle anlama, soyutlama, kuram ve bilgelik düzeyindeki boyutu açıklayarak nefreti kökünden söker. Böylelikle de sthula boyutunda, sözgelimi, üzücü bir alışkanlığın yahut katlanması zor ruh halleri veya açıklanamayan anlaşmazlıkların suksma boyutunda bambaşka şeyler olduklarını öğreniriz.”
Carl Gustav Jung
Tattva- Libido
“Şeylerin özü olan tattva, psikolojide de şeylerin suksma boyutudur. Libido terimi ya da enerji tattvanın iyi bir örneğidir. Bir madde değil, soyutlamadır. Enerji doğada gözlemlenemez, var olamaz.
Suksma boyutundaki doğal güçlerdir; bu güçler, artık tezahür değil tattva, öz, soyutlamadır. Bildiğiniz gibi Doğu aklı somutluğa meyillidir; bir sonuca vardığında yahut bir soyutlama inşa ettiğinde çoktan bir maddedir bu, neredeyse görülebilir, duyulabilir bir şeydir, neredeyse dokunabilirsiniz. Psikolojide bunun karşılığı, yine bir kavram olan libidodur derim ben.”
Samskara- Arketipsel İmgeler
Jung, yoga sutralarda “karmik izler” olarak tanımlanan samskara kavramına karşılık olarak psikolojide en yakın arketipsel imgeleri bulmuştur.
“Samskaranın ise, somut bir şey olarak anlaşılırsa eğer, bizde bir benzeri yoktur.
… Ne var ki arketip imgeleri sahiden görebileceğimiz en yakın şeydir.”
“Çakralara kimi zaman mandala denir. Profesör Hauer doğal olarak mandalaya bizim gibi bu kadar teknik bir anlam yüklemiyor. Resmin bütününü padma, lotus yahut çakra olarak adlandırdı. Mandala halka ya da daire anlamına gelir. Örneğin sihirli bir daire yahut bir döngü olabilir.”
Carl Gustav Jung
Mandala
Hauer: “Çakra daire anlamına gelir, fakat aynı zamanda lotus çiçeği anlamına gelen padma olarak da adlandınlır”.Muladhara çakrasına dair yaptığı betimlemede, Hauer “yeryüzünün karesi veya mandalası” ifadesini kullanmıştır”
Çakra sistemindeki Kundalini yoga kişiüstü hayatın gelişimini simgeler. Dolayısıyla bu aynı zamanda bir erginleşme sembolizmi ve kozmogonik bir mittir.
Carl Gustav Jung