Yaşanmamış Aşkların Acısı
Yaşanmayınca bitmiyor, yenmeyince bitmeyen yemek gibi…
Genç kadın mutfağa girdi. Bugün içinde bir telaş vardı. Tavayı alırken tencereyi, tencereyi düzeltirken kapağını düşürdü. Çekmeceye tekme atmak istedi ama o film repliğindeki gibi “Ben toplamak zorunda kalmasam ve bu bir film olsa o zaman tekme atabilirdim.”, diye düşünürken sakinleştirdi kendini.
Pencerenin perdesini değiştirmesi gerekiyordu. Şeytanın ayrıntıda gizli olması kendini en küçük işlerde gösteriyordu hep. Dikilmesi gereken en küçük sökük, değiştirilmesi gereken minik perde, boyanması gereken o minik nokta hiçbir zaman yapılacak zaman bulunamaması dolayısıyla bitirilemiyordu, bitirilmeyen yemek gibi çöp oluyordu ya da çöp gibi duruyordu.
Kakule
Kadın eline kakule kavanozunu aldı, kakule ona hep gizemli gelirdi. Ne zaman içinde acı olsa kullanırdı kakuleyi. Kakulenin gizeminde eriyen acıya dönüşürdü yarasından akan.
Mikserin parçalarını bulaşık makinesinden, cam kâseyi üst dolaptan çıkardı. Un ona babaannesinin saçını hatırlatırken cam kâsenin içine dökülmeye başlamıştı bile. Bu gizemli kekin tarifi de gizemliydi, ne zaman hangi ölçüde olacağına o karar verirdi. O yüzden ona niyet edildiğinde ölçü kabı kullanamazdınız. Un yeterli geldiğinde dökülme durdu. Kadın mesajı aldı, babaannesinin saçlarını desenli yemenisiyle örter gibi kapattı kavanozun kapağını. Bu sefer şekerin çıtırtıları duyulmaya başladı. “Gel bana, gel bana” diyordu yine şeker, babaannesinin yaşanmayı bitirilememiş aşkının hüzünlü yapboz parçaları gibi… Şeker una karışırken “Yumurta nerede?” diye söylenmeye başladı. Doğru ya, kadın bugün o kadar dalgındı ki dalgınlığı sihri yenmişti sanki.
…bir yumurta şekerli aşka, biri erkeğin başına, üçüncü kadının başına…
Kadın başka bir cam kâse aldı ve şeker bu sefer uslu uslu sessizce indi kâseye. Una karışmış şeker biraz belki şekerli yapardı keki bu sefer ama olsun, ne yapalım, belki de bugün sihri test etme günüdür. Şeker üzerine kırılan üç yumurta ile buluştu. Gökten başımıza inen masal sonu elmaları gibi bir yumurta şekerli aşka, biri erkeğin başına, üçüncü kadının başına… Kadın “hani bana, hani bana…” dedi ve en sonunda biraz gülümseyebildi. Babaannesinin un kavurduğu ve şekerle karıştırıp ona verdiği çocukluk günleri geldi gözünün önüne.
Mikser bu sefer asıldı görevine, döndü durdu, “Dünya dönüyor, dönüyor…” diyen şarkıcının sesinin gürültülü haliydi biraz. “Ben olmasam ne yapacaksın?”, der gibi döndü, durdu. Şeker ve yumurta bembeyaz koyu kıvama geldiğinde kabartma tozu geldi hemen sahneye. “İşte bu!” dedi kadın, köpürtüyor, kabartıyor, biraz makyaj yapıyor, olmayanı olmuş gibi gösteriyor, belki de insanı kendinden alıkoyuyor, insanın kendiyle arasına giriyor. “Neyse, Allah da ona bir görev vermiş, yapsın görevini, ben engel olamam olana.” deyip kabartma tozunu ekledi kâseye kadın. Tam unutuyordu ki kakule kavanozuna çarptı dirseği. Bu istisnası olmayan bir ritüeldi keki yaparken. Kadın her seferinde ilk olarak kakule kavanozunu tezgâha koyar ama her seferinde eklemeyi unutur, yine de dirseği ile çarparak hatırlardı kakule eklemeyi.
“Gel, gel, hamsın, pişeceksin.”
En sonunda içine dökülen yağla tekrar karıştırıldı kek malzemesi, pişirme kabına da biraz yağ sürüldü tabii, kek hamuru kaba dökülürken mağrur mağrur akıyordu, yılların pişmanlığı ile biraz geri kaçmak ister gibi, biraz aşkın acısının ağırlığından ağır ağır… En sonunda kabın içi sıvı hamurla doldu. Fırının kapağı açılırken gıcırdadı. “Gel, gel, hamsın, pişeceksin.”, der gibi bir melodiydi bu ve bu ses, bir tek bu kek için kapağı açılırken çıkardı.
180 dereceye ayarlanmış soğuk fırına giren kek kalıbı yeni hayatına hazırdı, gerdek gecesine giren babaannesi ve dedesi gibi… Babaannenin hayal dünyası fırın kadar, dedeninki kabınki kadardı. Babaannenin hayalleri büyütemedi o aşkı; dedenin hayalleri küçülttü, kıstırdı, sıkıştırdı. Kabartma tozuna rağmen kabaramadı kek her zamanki gibi… “Kabaramazsın Kel Fatma, annen güzel, sen çirkin.” denilirdi hindilere kabardıklarında. Dedesini çalan kadın böyle çirkindi işte. Babaannesi için kabarmazdı kek, bilirdi kadın. Yaşanmamış aşkın bitmesi de söz konusu bile değildi, her zaman pişirilebilen kakuleli kek gibi…
Görsel: Divektorin