Açelya – İkinci Buluşma
Mina ile İstanbul havaalanında bir restoranda oturuyoruz. İzmir’den İstanbul’a geldik. Aktarma ile Londra’ya gideceğiz. Benden nefret eder gibi bakıyor suratıma elindeki kitabın arkasından. Babasından yani Barış’tan uzağa gidiyoruz. Yeni bir hayat kurmaya. Hayatımın geldiği yerde sıra yüksek lisans eğitimi için Londra’da. Barış bizimle gelmemeyi tercih etti. Çünkü âşık oldu. 15 yıl önce bana olduğu gibi. 15 yıl.
O fasıl akşamında ilk karşılaşmamızda elimi kolumu nereye koyacağımı bilememiştim. Arada bir bana bakışlarını yakalıyordum ama konduramıyordum. Konduramamamın sebebi daha önce hiç sevgilim olmamasıydı. Lise arkadaşlarımın dediğine göre pek sevgilisi olacak biri değildim. Asosyaldim bir kere. Kimseyle pek konuşmazdım. Ailem dışarı çıkmama izin vermiyor, çıktığımda belli başlı yerlerde birkaç saat geçirmeme izin veriyordu. Akşam kız arkadaşlarımda bile kalamıyordum.
Tipim desen erkeklerin beğendiği kızlara hiç benzemiyordu. Sessiz, görünmez ve alımlı olmayan bir kızdım. Öyle dan dan suratıma söylemiyorlardı bunları tabii. Yüzlerce konuşmanın neticesinde ortaya çıkan fikirlerdi bunlar. “Açelya’nın sevgilisi olmaz, olsun o da kariyer yapar.”
Kariyer yapmayı istiyordum istemesine…
Ama daha önce hiç âşık olmamamın sebebini ben de anlayamıyordum. Âşık olsam olduğum kişi bana dönüp bakar mı bilmediğimden korkuyordum belki de. Bir korku insanı aniden gelen bir duygudan alıkoyabilir mi? Koyamıyormuş. O gece anladım. Barış’ı gördüğümde âşık olmuştum ve onu daha önce gördüğüme emindim. Ama nerede hatırlayamadım.
Bedenimde öyle tepkimeler oluyordu ki nerede gördüğümü düşünmeye halim yoktu. Çatalım elimde tabaktakilerle oynuyor, dökmemeye çalışarak kadehi tutuyor, yanımda oturan Göknur ve erkek arkadaşının hayat hikayelerini dinliyor ve Barış’ın ne yaptığına bakıyordum. Nasıl oturuyor, kimlerle konuşuyor, fasıl ekibinin söylediği şarkıları biliyor mu? Çaktırmadığımı sanıyor ama aşikâr şekilde ona bakıyordum. Sonradan söylemişti bakışlarımın altında kaldığını o gece, oradan biliyorum. Yutkunmakta zorlanıyordum. Bu yepyeni duygunun altında kalıyordum ve ezilmekten keyif alıyordum.
O akşam Barış’la hiç konuşmadım.
Eve gitme vaktim geldiğinde ve herkes henüz yeni eğlenmeye başladığında vedalaşmıştım onunla, yeni tanıştığım herkesle nasıl vedalaştıysam öyle. Yanaklarımız birbirine değmişti. Kirli sakalı yanaklarımda hissini bırakmıştı. Oradan çıkıp annemle babam beni arabayla aldıktan sonra eve gidene kadar sakallarının yanağıma değmesi kaldı benimle. Yatağa girdim. Yastıkta başım, karanlıkta kendimle kaldığım anlarda kurduğum hayaller yerini dipdiri bir gerçeğe bırakmıştı.
Hayatımın en büyük olayı ile karşı karşıyaydım. Bir daha görüşür müyüz? Sevgilisi var mıdır? Hiçbir soru yoktu aklımda. Sadece onun her anı gözümün önündeydi. Uykuya dalamıyordum. Dalmak istemiyordum da. Sabaha kadar onun yüzünün aklımda kalan her kıvrımını düşünebilirdim. Düşündüm de. Nihayet uyku geldiğinde hayatımın en tatlı uykularından birine daldım.
Sabah uyandığımda içimdeki mutluluğun farkındaydım ama sebebini hatırlamıyordum. Dan diye geldi gözümün önüne yüzü. Sırıttım yeniden. Kaldı yüzümde sırıtma tüm gün ve bir gün sonra. Pazartesi okula gittiğimde herkes cuma akşamdan bahsediyordu. Ben gittikten sonra çok eğlendiklerini ve daha sonra başka bir mekâna gittiklerini anlattılar. Barış’la ilgili bir şey duyarım diye kulaklarımı açmış dinliyordum. Hiçbir şey demiyorlardı.
Barış’ın adı bile geçmiyordu.
Bir an “Ben uydurdum mu acaba hayal mi gördüm? Bütün hafta sonumu bir hayalin içinde mi geçirdim?”, diye düşündüm. Yine de aklımdan çıkmıyordu Barış. Kimseye söyleyemiyordum da. Lisedeki gibi beni sevgilim olmaya layık görmemelerinden korktum.
Dersten çıkınca okulun içindeki bir kafede kahve içiyorduk Melike ile. Konuşma arasında Barış’ın adı geçince vücudumdaki bütün kan yüzüme hücum etti. Telefonda Miray ile konuşuyordu Melike. Barış’ın okuldan çıkışta onu alacağını söylüyordu. Yüzündeki ifade, çıkışta alma dediği zaman muhtemelen aralarında bir ilişki var diye düşündüm. Telefonu kapatınca “Sen de gelmek ister misin? Beylerbeyi’ne gideceğiz.” diye sordu Melike. Beni de davet ediyordu. Saat zaten geç olmuştu. Beylerbeyi’ne onlarla gitsem sonra Bostancı’daki evime dönmem çok geç saati bulurdu.
Ama Barış, ah Barış oradaydı. Kafamın içi karışıktı. Biraz uzaklaştım annemi aradım. Biraz geç kalırsam problem olup olmayacağını sordum. Nereye gideceksin deyince Bağdat Caddesi’nde olacağız diye yalan söyledim. Eh neredeyse ilk yalanımdı bu. Tatlı ve minik bir yalan. Annem sıkılarak dikkatli olmamı söyledi. Geri döndüm ve tamam geliyorum, dedim. Bacaklarım sanki benden ayrı birer parçaymış gibi gidiyordu Melike’nin yanında. Ruhum bedenimin olduğu yerden en az bir Açelya boyu kadar yukarıdaydı. Dünya bu yükseklikten gökkuşağı renkleri gibi görünüyordu. Bir yandan “Acaba sevgilisi var mı?” düşüncesi beni yükseklerden aşağıya itmeye çalışıyordu.
Arabanın dışında ayakta bizi bekliyordu.
Melike’yi öptü. Sonra bana yaklaştı ve “Açelya nasılsın?” dedi. Adımı biliyordu. Nereden biliyordu? Ter içinde ve üşüyerek ve titreyerek ve donmuş kalmış halde “İ-iyiyim sen?” diyebildim. Bana yaklaştı ve öperken yine yanaklarımız birbirine değdi. Daha önce yanak yanağa öptüğüm arkadaşlarım, onların arkadaşları, komşu teyzeler saçma sapan herkes aklıma geldi. Buna ucundan yakın bir his hiçbir zaman olmamıştı. İlkti bu. Arabada arka koltuğa oturdum ve Beylerbeyi’ne doğru yola çıktık.
Yolda giderken Melike “Barış, Hande ne zamana gelecek İstanbul’a konuştunuz mu?” diye sordu. Hande tanıdık geldi. Barış’ın sevgilisiydi, çok belliydi bu. Merakla ve üzüntüyle onları dinlerken ben, Barış “Ara tatilde belki ablasının yanına Paris’e gidebilir, karar vermedi henüz.” dediğinde bir ışık yandı zihnimde. Ablası Paris’te olan Hande. Babamın iş arkadaşı Ali amcanın ODTÜ’de psikoloji okuyan, dümdüz sarı saçları, o herkesin bayıldığı mükemmel vücudu olan, havalı Hande. Ah! Gerçekten mi? Aşk maceram başlamadan son buluyordu. Galiba.
Hikayenin bir adım öncesi için; Açelya
Görsel: Lorraine Sorret