theme-sticky-logo-alt

Açelya biraz karışık…

Barış’ı daha önce nerede gördüğümü o an hatırladım. Bir akşam ailelerle Fenerbahçe’de bir balıkçıda yemek yerken Hande’yi almaya gelmişti. Çok uzaktan görmüştüm. Çok da bakmamıştım ailemin yanındayken. Ama yüzü o minicik anda aklıma nasıl kazınmışsa birkaç kez de rüyalarımda görmüştüm. Şimdi hatırlıyordum tabii bunu. Tam arabadan indiğimiz anda hatırlamam ve dizlerimin bağının çözülmesi ve yere düşmem bir oldu. Barış gördüğü gibi sarıldı, kaldırdı beni yerden. “İyi misin?” dedi şefkatle yüzüme. Kalbim öyle küt küt atıyordu ki kucaklanmanın etkisiyle, neler olduğunu anlamadım. Elimden tuttular Melike ile ve bir çay bahçesine oturduk. Biraz başımın döndüğünü söyledim, “Rüyalarımda seni gördüğüm dank etti” diyemedim. Biraz su içtikten ve sakinleştikten sonra konuşmaya başladık. Melike telefonla konuşmak için kalktığında Barış tavla oynamak ister miyim diye sordu. Kabul ettim ama çok bilmediğimi söyledim.

Tavla oynarken çay içtik ve bana daha iyi hamleleri gösterdi oyun boyunca. Ellerimiz birkaç kez birbirine değdi bu sırada. Sıcacıktı eli. Gözleri gibi. Çok bakamıyordum gözlerine aslında. Ne de olsa Hande’nin sevgilisiydi. Ah Hande. Benim onun sevgilisine âşık olduğumu bilse beni mahveder! İki binlerin başındaki mükemmel kadın tanımına tam anlamıyla uyan Hande. Saçları sarı, upuzun ve hep bakımlı. Vücudu incecik yani kendi tanımıyla her görenin dönüp bir daha bakacağı bir vücut. Evet, kendi öyle tanımlıyor. Yine ailelerle gittiğimiz bir yemekte benim de öyle olmam gerektiğini, mezeleri ekmek bandırarak yemiş göbeğimin katlarına bakarak söyledi. Benim de incecik olmam gerekiyormuş ki bir ortama girdiğimde erkekler bana baksınlarmış. Ben o sırada yemek sonrasında gelen dondurmalı irmik helvasını yemekle meşguldüm. Bir de başarılıydı tabii. Anne babalarımızın yarışında Ali amca ve eşi Handan teyze ön sıradaydı. Bir kızları ODTÜ’de Psikoloji diğeri Sorbonne’da Sosyoloji okuyordu. Ali amca ve Handan teyze o kadar böbürlenirlerdi ki ben özel bir üniversitede çok da önemi olmayan bir bölüme girince annemle babamı teselli etmişlerdi. Benimkilerin bu konu hakkında ne düşündüklerini uzunca bir süre bilemedim. Mutlu görünüyorlardı. “Önemli değil kızım, bak keyfine”, diyorlardı. Yanımdalar sanıyordum. Neyse konumuz şu an pek değerli eğitim hayatım değil. Başlamadan son bulacak olduğunu düşündüğüm aşk hayatım.

Hande ile baş etmek zordu. Bu sevdayı tam arabesk anlamıyla kalbime gömmenin zamanıydı. Çünkü şimdi, yani en başta bunu yapmazsam aşık kalbimin beni nerelere götüreceğini bilemiyordum. Bir yandan bunları düşünürken bir yandan Barış’ın gözlerinden gözlerimi kaçırıyor tavla oynamaya çalışıyordum. Eli elime her değdiğinde elektrik akımı tüm vücudumu sarsıyordu. Ah ben ne yapacaktım? Hemen kalkıp gitmezsem kapılıp gidecektim. Etrafta Melike’yi aradım ama göremedim. Gitmiş miydi? “Melike nereye kayboldu?” dedim. “Bilmem işi çıktı gitti herhalde.” dedi. Nasıl yani? Baş başa mı kaldık. “Biz de kalkalım istersen.” dedim. “Hayır istemem. İşin yoksa kalalım.” dedi. Benimle kalmak mı istiyordu? Vücudum alev alacaktı ve ben kendimi boğazın serin sularına bırakmadan ferahlayamayacaktım.

Barış’ı çok tanımıyordum henüz ama şimdi geri dönüp baktığımda onun heyecanını görebiliyorum. Kızarmıştı. Henüz yüzünün renklerini bile tanımıyordum. Elleriyle oynuyordu karşımda. Havadan sudan sohbet ediyorduk. İşte hazırlık dersleri nasıl gidiyor, boğaz havası iyi geldi gibisinden… Derken benim artık kalkmam gerektiğini söyledim. Saat geç olmuştu ve annem ararsa yalan söylediğimi Barış anlamasın istedim. Arabasına bindik, bu sefer önde yanına oturdum. Kıpırdayamıyordum heyecandan ve korkuyordum da. Hande beni çiğ çiğ yiyecekti. Biliyorum. Havasından geçilmeyen Hande’nin yakışıklı sevgilisi benimle baş başa arabadaydı. Heyecanım korkuma karışıyor ağzımdan çıkan kelimeleri kontrol edemiyordum. Radyonun sesini açmak için elimi uzattım. Türk filmleri sahnesindeki gibi o da aynı anda uzattı ve ellerimiz birbirine değdi bugün bilmem kaçıncı kez. Biri benimle dalga mı geçiyor diye etrafıma bakındım. Ya kesin bunlar birlik oldular ve kameraya çekiyorlar beni hemen inmeliyim arabadan diye düşünürken radyoda Yaşar’dan “Gel Benimle” çalmaya başladı. Birden durdum. Camdan dışarıya baktım. Yağmur çiseliyordu. Kız kulesi görünüyordu. Şimdilik durdum. Eve gidince bunları düşünmeye karar verdim. Şarkıyı dinledim ve sonra çalan şarkıları da beraber dinledik. Pek konuşmadık. Evin önünde arabadan inmeden Barış’ı öptüm. Parfüm kokusunu minicik, nefes alır gibi içime çektim. Benimle kalsın bir süre daha diye. İndim arabadan ve benim apartmana girmemi bekledi. Eve çıkar çıkmaz odama kapandım. Karmakarışıktı zihnim. Ne olmuştu öyle? Daha 3 gün önce âşık olduğum insan beni eve mi bırakmıştı? Ne yapacaktım şimdi ben? Mesaj atsam? Ah telefon numarası yok ki bende.

Üstümü değiştirirken aynada kendimi gördüm. Yaklaştım kendime. Yüzüme baktım. Birkaç sivilce, biraz pütürler. Saçlarım yağmurla iyice elektriklenmiş. Hiç alınmamış kaşlarım çocuksu halimi koruyor, hatta sıkı sıkı tutmuş bırakmıyor. Sen genç bir kadın değilsin onlar kaşları nasıl olursa olsun şekil verirler. Küçük bir kız çocuğusun hala diyorlar. Burnumdaki kemer anneannemin burnunun aynısı. Anneannem gelince aklıma gözyaşlarım doluyor gözüme. Elimin tersiyle silip kendime bakmaya devam ediyorum.

Bir adım geri gidiyorum. Balık etli deniyor benim vücut tipime. Öyle diyorlar yani kadın vücudundan sorumlu otoriteler. Olması gerektiğini düşündükleri bu değil. Memelerim büyük. Çok değil ama büyük işte dolgun mu denir öyle. Göbeğim, bel çizgimin altından yanlara ve öne doğru çıkmış. Popom büyük. İki binlerin başı için çok büyük. Hande “Az ye, bir de duvara vur poponu küçülsün. Böyle kimse bakmaz sana.” demişti. Hafifçe dokunuyorum popoma. Sanki başkasına dokunur gibi rahatsız olup çekiyorum elimi. Basenlerim çıkmış ve bileğime doğru inceliyor bacaklarım. Basenlerim çıkmış evet. Öyle görüyorum aynada kendimi. Basenler genelde içeride durması gereken, baldırın kalçaya bağlandığı yerde olur ama olmamalı. İçeriye saklanmalı. Çıkmışsa derhal az yiyerek, yani grissini ve kahve ile günü geçiştirerek ve mümkünse spor salonunda pedal çevirerek geri yerine sokulmalı. Ayaklarım büyük. Boyuma, posuma her şeyime göre büyük işte, aynı ellerim gibi. Ellerime bakıyorum. “Erkek eli gibi ellerin”, lise arkadaşlarımın ellerimizi incelediğimiz bir garip konuşma sırasındaki yorumları. “Kurban olurum pamuk ellerine.” hayatımdaki en pamuk ses geliyor şimdi kulağıma diğer tüm sesleri yıkarak. Yık anneanne. Kanlı canlı yoksun ama sesin kulağımda hala. Yık tüm beni aşağı çekmeye çalışan sesleri, düşünceleri. Çünkü hayatımın koca bir bölümüne hatta çocuğumuzla birlikte tüm hayatıma etki edecek insanla tanıştım. Sen tanısan ne derdin acaba? Öyle merak ediyorum ki bu hiç öğrenemeyeceğim sorunun cevabını. Gözyaşlarımı tutamıyorum şimdi. Aynanın karşısında ve 15 yıl sonra havaalanında hala bana kızgın olan kızımın garip bakışları karşısında. Sesin kulaklarımda anneanne. Hiç gitmedi, gidemez. Sesin bana yol gösterdi. Şimdi yeni bir yolculuğun tam ortasında, ne yaptığımdan emin olmadan gideceğimiz Londra’da da yol gösterecek biliyorum. İçimdeki fener ışığımsın.

O sırada bir mesaj geliyor Barış’tan “Nasılsın?”.

Hikayenin ilk bölümü için; Açelya

İkinci bölümü; Açelya – İkinci Buluşma

Önceki Yazı
Kendini bilmek
Sonraki Yazı
Gül ile Lüg
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0