Çocukluğun Karışımı
Tam o sırada gözlerini açmıştı. Rüya mı, vizyon mu, gerçek mi, paralel evrendeki bir yolculuk muydu, bilemedi. Bilmenin tek çözümü mutfağa gitmekti. Bilemediklerinin cevapları ona mutfakta gelirdi.
O yüzden bu sefer daha yüzünü yıkamadan hemen üzerine sabahlığını almış ve mutfağın kapısına gelmişti.
Babasının hızlı hızlı alınıp verilen, telaşlı soluğunu duydu bir an. Babasının nefesi saçlarının arasından geçmişti. İşte cevabın bir kısmı gelmişti, işin içinde babası vardı.
Buzdolabına gidip süt şişesini çıkardı. Bir zamanlar sütü böyle şişede almak ne kadar zordu, günlük süt bulunmazdı bir türlü. Çocukluğundaki anneannesinin kaynadıktan sonra üstten üstten aldığı kaymaklardan sonra ortaya çıkan sütün beyazlığını gördü şişede. İşte ikinci cevap gelmişti.
Sütün birazını miksere döktü…
… biraz da su ekledi. Eskiden sütün neden bu kadar ağır geldiğini anlayamazdı, ama artık laktoza karşı hassasiyeti olduğunu anlamıştı. Hiç süt en iyisiydi ama bazen yarım süte izin verebiliyordu.
Masanın ortasındaki meyve tabağından yarısı kahveye dönmüş iki yerli muzu aldı, en ufak boyda olanları, ama biliyordu, bunlar dünyanın uzak yerlerinden gelen devasa boyutlu ithal muzların yanında tat olarak onlara bin basardı.
“Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” sloganlarının yazıldığı pankartlar geldi gözünün önüne. İlkokulda yerli malı haftasında yediği bir limonlu kek vardı ki onu kim yapmıştı, içinde ne vardı da hala onun gibisini ne yapabilmiş ne de yiyebilmişti? Yerli malı haftası onun için o limonlu kekti ve maalesef neden yurdun malının ne kadar değerli olduğu hiç anlatılmamış, sadece yenmişti? Şimdi her şey ithal gelirken bedenindeki o ait olamama duygusunun nasıl büyüdüğünü anlıyordu. Yaşadığı topraklardan beslenemeyen insanlar nasıl oraya ait hissedecekti kendini, nasıl tam olarak besinin tadını, kalitesini alacaktı? Gemilerle, kamyonlarla gelen o yiyecekler korunsun diye ne kadar kimyasala boğuluyordu; o gemiler, kamyonlar havayı ne kadar egzoza boğuyordu?
Ah işte sadece iki tıfıl muzdu bunları düşündürten, cevapları bu mutfakta değil, ülkeyi batıranların kendi ceplerini düşünmelerindeydi ve içinden muzlara bakıp “ah” dedi, “güzel yurdum benim, seni seviyorum.”
Muzları soydu…
… eliyle dilimledi ve mikserin içine atıp kenarı kırılmış cam kapağını kapadı, düğmeyi çevirdi. Mutfak gürültüyle doldu. Kadın sanki bir rokete binmiş, roket havalanmış, uzayın derinliklerine yola çıkmıştı. Halbuki olan sadece çocukluğundan bir anına gitmesi gerektiğiydi. Şimdi cevap tamamlanmıştı.
Muzla süt mikserde dans etti, muzlar sütün içinde biraz yükseldi, biraz aşağıya battı. Mikserin bıçakları muzları iyice böldü, süte karıştırdı ve sonunda süt muzlu oldu.
Kadın düğmeyi ters çevirdi, kapağı yavaşça açtı. Kapak artık tam açarken takılıyor, hızlı olunursa içindekiler etrafa saçılabiliyordu. Şimdi hızla davranıp bunun için bir bedel ödeyemezdi doğrusu. “İşte bu uyanmak, hangi bedeli ödeyeceğini bilmek, vay be!” dedi içinden ve gülümsedi muzlu sütü bardağa koyarken.
Tam bardağı dudaklarına götürürken, durdu…
“Sen benim en sevdiğim kuzenimdin, neden bana bunu yaptın, neden, neden, neden…”
Kadın ağlıyordu, bardak elinde, eli havada kalmıştı. Bardağın ağırlığını hissetti ve yavaşça bardağı tezgâha indirmeye başladı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Şimdi içindeki küçük kız tezgâhın üzerine oturmuştu, birlikte ağlıyorlardı. Küçük kız bardağa baktı, ağladı. Kadın bardağa baktı, ağladı.
Bir süre sonra gözyaşları dindi, kadın kalbinden gelen bir kararlılıkla derin bir nefes aldı ve küçük kıza baktı, gülümsedi, “o iş bende, bana bırak” der gibi…
İçindeki cadının en sevdiği dolabın kapağını açtı. İçinden kuzeni ve babası çıkıverdi. Küçük kız korkuyla irkildi. Kadın kıza bakıp göz kırpınca kız da rahatladı ve oturduğu yere bıraktı kendini.
Kadın elinde muzlu süt bardağıyla kuzenine döndü.
Sevgili kuzenim…
“Sevgili kuzenim, görüyor musun, bu muzlu süt! Yıllar önce ben bu küçük kızken ve babam bize muzlu süt hazırladığında sen kendininkini bitirmiş, benimkini de içmek istemiştin ve ben vermeyince, beni tehdit etmiştin. Hem elimdeki bardak yere düşmüş hem de sen benim eteğimin altından elini sokup beni okşamaya kalkmıştın ve ben orada donakalmıştım. Bir süre konuşamadım. Tam o sırada babam yanımıza gelmişti ve sen ne olduğunu soran babama yalan söylemiştin. Ben konuşamamıştım. Sen yalan söyledin, ben konuşamadım. Ben konuşamadım ve babam bana kızdı. Bana kızdı, kızdı. Halbuki ben onun tatlı kızıydım, işte bu sütün içindeki muz gibi tatlı. Ben konuşamadım ve sen beni suçladın. Ben yıllarca o işlemediğim suç için vicdan azabı çektim, biliyor musun? O günden sonra bir daha muzlu süt içmedim, biliyor musun?”
“Babam benim, biricik babacığım, sen benim hakkımı yedin, kalbimi kırdın ama ben seni hala seviyorum… Sen beni yargısız infaz ettin ama artık ben kendimi suçlamayı bırakıyorum. Artık ben varım, kendim için!”
“Küçük kız, artık muzlu süt içebilirsin, işte bak böyle…” dedi ve bardağı kafasına dikti…
Yılların laktoz hassasiyetinin bittiği o andı belki de. Kadın sırtından yüklerin kalktığını fark etti, tam o sırada kuzeni mutfaktan gitmişti, kadın onun bir daha gelmeyeceğini biliyordu. Babasının yanına gitti, ona sarıldı ve babasının dolaba döndüğünü gördü sonra. Küçük kız kahkahalar atıyordu. Çocuksu neşe dedikleri şey aslında içindeki çocuğun neşesiydi, çocuksu değil çocuk neşesi… O da kahkaha atmaya başladı, birbirlerine muzlu sütün bardakta kalan köpüklerinden bıyıklar yaptılar ve gülmeye devam ettiler.
Görsel: Paige Leigh