Kurşun Koleksiyoncusu
Bana attığın kurşunları biriktiriyorum. Yılların kurşun zenginiyim ben zira. Öyle ki ortamda yokken kahve kokusu gelir burnuma. Onca ağır metalle sarılmış kalp odalarımdayım oysa. “Gamlanma” çalıyor fonda. Şarkının sonunda kalkıp ayağa, açıp kollarımı dönüyorum bir semazen edasıyla. Ben buyum, kurşunu atan değil, toplayan; işine gelirse. Kavanozları üst üste koyar gibi, çamaşır katlar gibi, çakışan dersleri öteleyerek yığın yapar gibi… Anlıyor musun hayat gibi adeta? Bu etekte taş biriktirme güdüsünden çok uzakta. Tetiklenme hakkında fikirsiz bir hal. Eteğinde taş biriktiren senin gibisine bir uğra mesela; vurur kalbinin sağ yanına yanına…
Düşündüm de hac bedava olsa etekleri ağırlaşana… Hem o taşları getiren biz zatî şeytandı. Yaparsın bir iadeyi ziyaret ne var bunda ?
Attığın kurşunları anlatıyordum araya girdi taşlar, onlarda tanıdıktı. Yaralama kapasitesini geçemiyor senin bu beceriksiz kurşunların. Senin o siktiğim kurşunların beni öldürmüyor. “Kurşundan duvar örecek bunca yıl ne yaşadık?” dedim. Cevabı içindeki soru fısıldadı, hiçbir şey. Duvarın gücü hiçbir şey yaşamamakmış ya! Duvara çarpana kadar dans ediyorum, fonda çalıyor hala “gamlanma”…