theme-sticky-logo-alt

Ölmüşlerinin ruhuna değsin…

Kadın mutfağa girdi. Kendine bir çay hazırlığı yapmaya başladı. Bugün kendine çalışacaktı. Ne yapacağını bilmiyordu ama önce bir çay gelmek iyi gelecekti. Hava tam çay havasıydı çünkü. Kapalı, ara ara yağmurlu. Yağmur kesildiğinde biraz güneş çıksa gökkuşağını bulmak için pencereye koşuyordu kadın alışkanlık olarak. Bugün de öyle olabilirdi.

Telefonuna bir mesaj geldi, bakmadı. Muhtemelen bugün gelecek olan kargo yola çıkmıştı. Kendine bir çift küpe söylemişti. Ne zamandır bir şey almıyordu kendine. Bugün gerçekten de kendine hediye bir gün olacaktı.

Çay demlendi, kadın çayı dünden közleri sönmemiş sobayı harlayarak üzerine koydu. Soba mutfaktaki arkadaşıydı. Kışın yemek yapmasına keyif katıyordu. Ateşin ısısıyla yemekler daha bir güzel oluyordu sanki. Komşusu ne zaman, kışın onda yemek yese, lokum diyordu yemeklerin tadı için. Bu sobanın artısı olmalıydı, çünkü aynı komşu aynı elden çıkmış yemekleri yazın da yiyordu.

Kargo geldi bu arada. Minik bir kutu içinde bir çift küpe. Onlara bakınca Barış Manço’nun “Kol Düğmeleri” şarkısı aklına geldi. Dedesinin kol düğmeleri ondaydı. Atalarından yadigarları tutmaya bayılıyordu. Büyük babaannesinden bir vazo, anneannesinin hediyesi eski bir araba radyosu, dedesinden çalar saat ve pusula ve babasının fotoğraf makinesi ondaydı. Artık yavaş yavaş hepsi antika oluyordu. Belki kendi de biraz öyleydi. Bazı arkadaşları huyları için öyle demiyor muydu zaten?

Tam bunları düşünürken kapı çaldı, aynı kargocu karşısında duruyordu. Araba kaymış, nereden çekici bulabileceklerini sordu genç. Bir haftadır yağan yağmur henüz yapılmamış yolu iyice balçık hale getirmişti. O da yürürken ara ara çamura saplanıyor, hatta çamurda kalan botu ayağını kaldırmak istediğinde ayağından çıkıp ayağı havada, botu toprakta kalıyordu. Kadın yandaki bakkala sordu, bir numara alıp aradılar. Çekici biraz yoğundu. Geç gelebilirdi ama başka çare yoktu. Bekleyeceklerdi.

Ne kadar da gençleri içeri çay içmeye davet etse, teşekkür edip gelmedi gençler. Kadının vicdanı sızladı. Bir çift küpe için bu kadar zahmete değer miydi? Sonra da olanın hikmetini düşündü. Belki de bir zarardan, daha büyük bir kazadan korunuyordu gençler, kim bilebilirdi?

Yağmur başlamıştı yine, arada rüzgâr esiyordu, gençleri yine davet etti. Gençler yine gelmedi. Soba gürül gürül yanarken vicdan azabı arttı kadının.

Bir ışık yandı kadının içinde ve hemen tel dolabı açtı. İçinden dün akşam pişirdiği keki çıkardı. Her zamanki tarifiyle yapmıştı. Üç yumurtayı bir bardak şekerle iyice çırpmış, içine kabartma tozu, 1.5 bardak un, bir çay bardağı ay çiçeği yağı eklemişti. Yıllardır yapabildiği tek kek tarifi buydu. Neyse ki her seferinde içine bir şeyler daha eklerdi. Bu sefer içine havuç rendesi eklemiş, biraz da tarçın serpmişti. Keki dilimledi ve iki tabağa yerleştirdi. İki büyük bardağa çay koydu. Gençler belki şeker de koyarlardı çaylarına. Toz şeker kabını çıkardı tel dolabın arkasından. Çok az ihtiyacı oluyordu bu kaba. Bir tepsiye hepsini yerleştirdi ve gençlere götürdü. O içeride çay içerken gençlerin içmemesi olmazdı. Mekanlar farklı da olsa, bir kalbin parçalarıydı onlar.

Gençler çayı görünce çok sevindi. Türk milletinin olmazsa olmazı çay diye düşündü kadın içinden. Kavgaları bile sona erdirecek kadar değerli ve önemli. Gençler ne kadar kahve diye tuttursalar da aileden gelen alışkanlıkla çaya da düşkünlerdi işte.

Gençler çaydan bir yudum aldı. Küpeyi getirmiş olan kadına döndü ve çay bardağını hafifçe kaldırarak “ölmüşlerinizin ruhuna değsin” dedi. Kadın başını gökyüzüne kaldırdı hafifçe, çisil çisil yağan yağmur göz kapaklarına düştü, göz pınarlarında birikmiş olan göz yaşlarına karıştı. Gence bakıp teşekkür etti, mutfağa geri döndü. Gençlerin yanında ağlasa, anlatamazdı.

“Ölmüşlerinin ruhuna değsin”

Bu cümleyi ne zamandır duymamıştı. Hiç kimseden hem de ne yaşlıdan ne gençten ne kendi kuşağından. Çocuğa gidip anne babasına teşekkürlerini götürmesini istemeyi düşündü ama antika etiketi yemekten çekindi. Teşekkürlerini kalbinden yolladı.

İnsanlar ölürdü ama bazı şeyler hiç ölmemeliydi, aynı bu cümle gibi. O zaman yaşamak daha onurlu olacaktı.

Önceki Yazı
Şiddetsiz İletişim; Duygular
Sonraki Yazı
Kırıntıdan Sonra
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0