theme-sticky-logo-alt

Unutuş: bir on dört şubat yazısı

Zamanın ötelerinden tanıyordu onu. Gördüğü ilk an Süveyda’dan gelen o ince titreşimle beyni, zihni, tüm varlığıyla tanıdı onu. Kapıdan içeri girerken gözleri buluşmuş, ruhları ise birbirini çoktan selamlamıştı.

 

“Süveyda ne demek bilir misin? İnsanın kalbinde ruhun ve hayatın merkezi olduğu kabul edilen bir nokta vardır, o derinlerde gizli saklı kalmış noktaya “süveyda” denir. Kimileri ise gizli günahın saklı olduğu yer, diye de tanımlar burayı. Ah o aşkı bilmeyenler, aşka düşmeyenler… Oysa ruhun ve hayatın merkezine, başlangıcına kalp yoluyla bir yolculuk yapmayı seçseler, o büyük aşıkları bulurlar, Havva ile Adem’i. Sonra hayatı başlatan, insanın içinde ateşler yaktıran, nörotransmiterleri harekete geçiren merak ve keşfetmek duygusu ile karşılaşırlar. Elmadan alınan ilk ısırık… İnsanın aşk ile insan olmanın erdemleriyle donanıp adım atma heyecanına, keşfetme merakına, gizli günah derler öyle mi? İşte onlar bu dünyada seni gördüğüm anda hissettiğim kalp çarpıntısını hiç hissetmemiş olanlardır. Ruhumun ve hayatımın başlangıcı olan o ilk ana alkışlar olsun…”

Öylece havadan sudan konuştular önce. O arada gözlerinin içine sanki bir mana arıyor gibi uzun uzun bakıyordu. Buket de hafif bir gülümsemeyle karşılık veriyordu, “Evet, biliyorum.” diyordu içinden gizli gizli. -Tanrıça İsis kulağıma fısıldadı, o karşındakini ötelerden, zamanın ötesinden beri biliyorsun Buket. Şimdi gözlerinin içine bak ve biliyorum de.- Biliyorum…

Artık sabahları daha erken kalkar olmuştu. Sanki kalbinde bir kaynak suyu bulunmuştu da ayışığından beslenen bir göze yolunu bulup kalbinde pınar olmuştu. Koşar adım gelmek istiyordu, anlatacak nice anı, sevinçler, heyecanlar, kalp kırıklıkları vardı. Ondan ise öğrenecek hayata dair, gerçekliğe dair, tutkuya, sevgiye, bilgeliğe dair ne çok şey vardı. Kendi kendine sanki yanında o varmış gibi ona kendini anlatıyordu.

Aslında birini severken kendimizin takdir ettiğimiz yönlerine de ışık tutar bu sevgi… Kendimizi de fark etmeye başlarız, şimdiye kadar neleri yapmaktan hoşlandık, neleri heybemize koyduk getirdik, sevdiğimiz ve parladığımız yönlerimizi anlamaya çalışırız. “Beni gör, beni duy, beni sev, bak ben sevilebilecek bir insanım” der bilinçaltımız. Kendimize hatırlatırız, ben nelerden hoşlanıyordum sahi?

Elleri birbiriyle kavuştu bir gün, zaman durdu, sanki elleri eksik parçalara sahipti de onun elleriyle kavuşunca tamlandı, tamam oldu. Gözleri gözleriyle kavuştu ardından, zaman hala donuk, dünya suskundu. Çok tanıdık bir ses duydu, sesinden değil… Gözlerinden.

 

“Kalbinin varlığını unutmuşlara, kendinden vazgeçmişlere, bu dünyanın sıradan koşturmacasına bir rehberdir aşk. Saçını, gözünü, ayağını, belini, bacağını, dudağını, elini hatırlarsın tek tek. Şimdilerde revaçta olan bir tabir var ya hani “Bilinçli farkındalığa getirir seni”. Her bir zerreni ayrı ayrı hissedersin. Gözümün içinin güldüğü zamanlar vardı bir zamanlar dersin, hatırlarsın ‘seni’, kendini.”

Hem de hatırlamazsın, bedensiz olursun. Öyle anlar olur ki bedenin yok olur, ruhun genişleyerek olduğun yeri sarar; şehre, ülkeye, dünyaya yayılır. Kalbindeki sevgi tüm evreni sarıp sarmalayacakmış gibi bedensiz, sonsuz, sınırsız oluverir. Onun içinde olduğu şehri, ayağının bastığı her yeri, gözünün gördüğü her zerreyi sevginin ışığıyla kaplama gücünü bulursun kendinde.

Halden hale koyar, benliğini sarar, yaşam ateşini harlar aşk

Günlerden bir gün, oturursun yazının başına: “Tüm bunları niye yazıya döktüm, nerden geldi oturdu bu duygu içime?” diye sorarsın. Perdeler açılır, kalbin titreşir, nerden geldiğini bilemediğin ve dahi nerden geldiğini çok iyi bildiğin bir ses:

 

“Ben hep yanındayım,
Kalbine bir hatırlatma olsun diye,
Kalbini hisset diye oldu tüm bunlar…
Seni unuttum mu sandın?”

Görsel: Wenjia Tang

Önceki Yazı
“Gün biter gülüşün kalır bende” *
Sonraki Yazı
Tematik bir rüya: Gül Ağacı
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0