Çalı Fasulyesi
Sevdiğinin yanında sevilmeden yaşamıştı.
Kadın mutfağa girdi, bu içine gelen cümle içinde yankılanıp duruyordu. Sabah telefonunu temizlerken babaannesinin fotoğrafına rastlamıştı. Bir gençlik fotoğrafının büyütülmüş haliydi. Yetişkin bedende gördüğü gözlerde hüzün ve terk vardı. Kocasını çok sevmiş, son nefesine kadar ismini sayıklamıştı, ama kocasının gönlü başka bir kadına kaymış, hayatını ve erkekliğini onunla yaşamıştı.
Kadın dolabın kapağını açtı, ne alacağını ya da ne aradığını bilemiyordu. Eğer bir deli dana durumu varsa şu anda mini bir deli dana idi. Baktı, baktı, bütün rafları taradı ve kapadı. Sonra birden tekrar açtı hışımlı bir hüzünle. Hüznün öfke hali ile çalı fasulyesi torbasını çıkardı. Babaannesi çok severdi çalı fasulyesini. O da babaannesi sever diye severdi, bir de kolay ayıklandığı için.
Fasulyeleri yıkadı, bir tanesini kırdı. Çıt sesini duymak hoşuna gitti, fasulyeler hala diriydi. Salatalık soyucu, bıçak, iki plastik kap aldı masanın üstüne. Radyoyu açtı, Yeşilçam şarkılarının çalındığı programa ve tam da “Gündüzüm seninle, gecem seninle, beyhude geçti bu ömrüm derdinle” diyordu şarkıcı…
Fasulyeleri poşetten birinci plastik kabın içine boşaltırken “geceleri rüyamda ismini sayıkladım” dedi şarkıcı. Kadın bir eline salatalık soyucuyu yerleştirirken diğer eliyle de bir fasulye aldı ve kenarından soyucuyu aşağıya doğru çekiverdi. Fasulyenin kılçığı incecik ip gibi ayrılıverdi. Bizi birbirimize tutan da incecik iplerdi. Bazen ayrılıyor, bazen birbirine dolaşıyor, bazen birbirinin ucunu buluyordu. Kadın tek tek bütün fasulyeleri sağdan, soldan soyuverdi kılçıklarından. İkinci işlem uçlarını kesmekti. İkinci kaba konmuş kılçıksız fasulyeler beklerken şarkı değişti. Bu sefer başka bir şarkıcı “Senede bir gün” diyordu… Kadın güldü birden, o senede bir gün olan gün acaba 29 Şubat’a mı denk geliyordu? Sonra filmi hatırladı, filmin içindeki sevginin gücünü. Bu arada kırt kırt sesleriyle fasulyelere minik bıçak darbeleri iniyordu aşağıdan yukarıdan. Poşetin içi fasulyenin kullanılamayan çöpü ile dolarken kadın bir bokashi kutusu almaya karar vereli ve almayalı ne kadar zaman geçtiğini hesaplamaya çalıştı. Mutfakta toprak üretmek ne kadar değerliydi, hele ki bu kadar toprak kaybı varken ve göz göre göre memleket elden gidiyorken… Bu sefer ilk işi bu olmalıydı, kafasına yazdı, yapmazsa kafasına indirecekti, çok ciddiydi artık. Ertelenmiş ve bitirilmemiş işlerin ağırlığı ile bir an durdu. Derin bir nefes aldı, hayır kendini dövmeyecekti.
Şimdi sıra üçüncü işlemdeydi. Babaannesi gibi fasulyeleri yukarıdan aşağıya ikiye böldü. Uzun uzun çubuklar oluşunca bir fasulye spagettisi görüntüsü oldu kabın içinde.
Artık pişirme süreci başlayabilirdi. Bol soğan doğrandı, kavruldu, geçen yazdan kalan domates kavanozu açıldı, tencereye boca edildi. Kadın bu arada radyodan gelen Feride şarkısına eşlik ediyordu ve müzik onu dans etmeye teşvik etmişti. Tuzu ve şekeri ekledi tencereye. Suyunu da koydu ve kapağı kapadı.
Fasulyenin yeşilinin babaannesine şifa olmasını, domatesin kırmızısının yaşanmamış aşkları iyileştirmesini diledi. Kendi de yaşayamadığı aşkın içinde biraz debeleniyordu hala, “neden?” diyordu, “nasıl?” diyordu, “öyle olsa, böyle olsa” diyor, hala biraz bekliyordu, ama nafile olduğunu biliyordu.
“Aman be!” dedi, tencereden fokurtular yükselirken, “olmadı işte güzelim. Kabul et artık!”
Kabul ne zor şeydi bazen. Değer veriyorsan kabul de zor oluyordu galiba. Kadının içinde kavga devam ederken tencerenin altını kapatıp mutfaktan çıktı, gidip kendine bir demet çiçek alacaktı; belki kırmızı bir gül, belki kırmızı bir lale, ama illa da kırmızı…