theme-sticky-logo-alt

Türk Kahvesinin Hatırı

Duvardaki raftan bir fincan aldı. Standart kahve fincanından büyük, filtre kahve kupasından küçük, orta boy desen, değil bir fincan. İçine su koydu kahve suyu ölçüsü olarak. Cezveye boşalttı. Türk kahvesi kavanozundan iki tatlı kaşığı kahve ekledi ve ocağa koydu. Kısık ateşte tabii ki.
Her şey gibi kahve de demlenmeli. Aroması çıkmalı. Hayatın kendi gibidir kahve. Önce çekirdeksindir. Sonra bir ağaç oluverirsin. Hiç fark etmeden büyürsün. Büyüyen bedenin mi, sen misin, bilemezsin. Sonra meyve verirsin. Herkesin meyvesi farklı. Her ağacın meyvesinin farklı olması gibi. Her elma ağacı aynı elmayı mı verir sanıyorsun? Rengi, tadı, boyutu, içindeki çekirdek sayısı farklı olur her meyvenin. Çiçekten kahveye evrilirsin. Çiçekken kendini pek bir ailenden farklı hissedersin. Zaman geçtikçe ailene olan benzerliklerini görmeye başlarsın. Sonra bir bakarsın ki ailenin kopyası olmuşsun. Zaman geçer, sen de bir kahve fincanında buluverirsin kendini.
Böyle şeyler düşündü işte, karman çorman… Bu arada kahve kaynamaya, fokurdamaya başlamıştı. Köpürdü, köpürdü, kadın köpüklerin biraz daha yükselmesini bekledi ve cezveyi ocaktan alıp kahvenin birazını fincana boşalttı. Sonra tekrar ocağa koydu, biraz daha kaynatıp aynı işlemi yaptı.
Ders alamazsan, aynı şekilde kaynamak zorundasın, pişene kadar. Neyse ki, ikinci sefer daha kısa sürüyor, diyerek sevindi. Kendisi için de işliyordu bu kural. Ne zaman bir şeyi fark etmese, tekrarlamaya kalksa pişmeye başladığını fark ediyordu ve Allahtan bu farkındalık öncekinden biraz daha kısa sürede geliyordu.

Geçen gün yaşadığı olay aklına geldi

Tam mutfağa girecekti ki cebindeki telefon çalıverdi. Adı cep telefonu olan ama artık üçüncü el olan telefonlara inat, o hala söylenene uyma kuralını bozamadığı için telefonu cebinde taşırdı. Tabii ki bu bazen meşakkatli bir durum ortaya çıkarabiliyordu çünkü telefonu açması için elindeki her şeyi bırakması gerekiyordu. Telefona bakana kadar kesilmişti. Tekrar telefonu cebine koydu, işi bitince geri dönecekti telefona, çünkü arayan arkadaşıydı ve şu anda konuşmak için uygun değildi.
Kahve fincanını masaya koydu ve kendine bir sandalye çekti. Mutfağın tadını çıkarma, gelecek planları yapma, hedef koyma zamanıydı ama bu sefer kahve fincanına eli gidince geçmişe gidiverdi. Yine arkadaşını ve davranışlarını düşündü. Onu akşama doğru geri aradığında arkadaşı yine bir serzenişte bulunmuştu.
“Yine açmadın telefonu, yine beni beklettin, her seferinde böyle yapıyorsun!”
Kadın bu serzenişlere alışkındı. Bazıları için serzenişte bulunmak kendini üstün görmenin bir yöntemiydi. Ne diyeceğini bilemedi ama bu sefer içindeki çocuk gülümsemişti. Her seferinde kendini suçlu hissederek bu serzenişlerin ser kısmında kalır, beyni kafasında büyür, ne diyeceğini bilemez, en sonunda saçma bir açıklama yapardı, sanki açıklama yapmaya mecburmuş gibi. “Mecbur değilim” demişti artık en sonunda. Ne yargılanmaya ne yargılamaya ne açıklama yapmaya mecbur değilim. Bıktım artık bu mecburiyet otomatiğinden. Kahkaha patlatıvermişti telefonda. Arkadaşı kalakalmıştı hattın diğer yanında. Yüz ifadesini düşünebiliyordu, bu daha çok gülmesine neden olmuştu. Sonra arkadaşı da gülmeye başlamıştı. Bir süre öyle gülmüşler, konuşmaya çalıştıkça daha çok gülmüşlerdi. Sonra güzel ve uzun bir sohbet olmuştu aralarında, biraz daha samimi ve biraz daha içten, hiç olmadığı kadar…

Kadın gülümsedi fincanı dudaklarına götürürken…

Tam o sırada küçük çocuk hali masanın ortasındaki vazonun arkasından ona görünüverdi. Kadın irkildi. Sonra gülümsedi ve “hoş geldin” dedi. “Ne güzel oldu, değil mi? En sonunda yapabildik, çok yorgundum artık otomatik cevap vermeye çalışmaktan.”
Küçük kız da gülümsedi, o hiç konuşmazdı. Kadın hissederdi onu. Görse bile hislerle anlaşırlardı. Kız sadece oturdu kenarda ve kadına baktı. Kadın fincanı iki eliyle tuttu ve kıza baktı, birbirlerine gülümsediler.
Annesini düşündü kadın, her zaman soru sorduğunda en kısa sürede cevabı duymayı beklerdi. Kız bazen cevapları bilmez, o zaman hızlı olsun diye bir şeyler atıverirdi kafasından. O zamanlardan alışmıştı herkese en hızlı cevapları vermeye ve sonra bunun ne kadar otomatik bir davranış olduğunu da unutmuş, büyüdükçe gömmüştü geçmişine, çocuk haline. Şimdi aradan yaşlar, yıllar, olaylar geçmiş olsa da o halinden hareket ettiğini ancak geçen gün anlamıştı. Geç miydi, hayır, hayır! Ya daha sonra, çok sonra, belki ölüm anında bunu fark etmiş olsaydı, ne olacaktı?
Kadın gülümsedi, kahve fincanında kalmış olan köpüklerden birinin üzerine parmağının ucunu değdirerek köpüğü söndürdü. Bir şeyi daha halletmişti.

Önceki Yazı
Yaradılış
Sonraki Yazı
Sanatçının Yolu
15 49.0138 8.38624 1 1 4000 1 https://daginikkalsin.com 300 0